BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

Rahmetli annemden çok duyardım ‘acı bahar’ lafını. Ona göre bu acılığın ağırlığını dayanılmaz hale getiren en önemli şey yokluklar, yoksulluklardı; çünkü uzun süren kışlardan sonra baharın pembe-beyaz çehresini göstermeye başladığı günlerde evlerde temel ihtiyaç maddeleri deyip geçiverdiğimiz her ne varsa iyice suyunu çekmiş olurdu.

        Bana göre bu yılın baharındaki acılığın ağırlık merkezini cennet yurdumuzun büyük bir kısmını fena halde sarsan, elli bin insanımızın hayatına mal olduğu için ‘asrın felaketi’ tamlamasıyla ifade edilen depremler oluşturdu. Milyonlarca kardeşimizin bir anda sevdiklerinden, evlerinden, yurtlarından olduğu; tam bir seferberlik refleksiyle arama kurtarma faaliyetlerine dünyanın koşup geldiği, yaraların sarılmaya çalışıldığı, bir taraftan da bölgede mevsim yağışlarının şartları iyice zorlaştırdığı günlerde çadırlarda, konteynır evlerde hayat mücadelesi devam ederken memleketin dağlarına baharın gelmesi derinden hissettiğimiz acılığı bir türlü gidermiyordu.

        Rahmet ayı Ramazan’ı bu nedenle biraz buruk karşıladık; ama şükürler olsun ki hamiyetperver milletimiz zor zamanlarda varını yoğunu kardeşlerinin acılarını dindirmek üzere harekete geçirebiliyordu. Asırlardır nice badireler atlatmayı başardığımız gibi, kardeşlik hukukumuzu gözetebildiğimiz sürece bunu da başaracağız Allah’ın izniyle.

        Öyleyse asıl mesele ne?

        Asıl mesele unutkanlığımız, hiç unutmamamız gereken bazı şeyleri çabuk unutmamız. Düne kadar anormal bildiğimiz, kırmızıçizgimiz bildiğimiz birçok şeyi normalmiş gibi karşılıyor hale gelen duyarsızlığımız.

        Ara sıra uğradığım halk kütüphanesinden aldığım kitabın iade günü yaklaşınca okuyamadığım kısımlarına bakmayı biraz hızlandırdığım anlar olur. Geçen gün böyle bir gayretle, İbrahim Tenekeci’nin ‘Öbür Divan’ adlı kitabını bitirmeye çalışırken yazarın 25 Ağustos 2012 tarihli ‘Hatırla Ve Sıkı Tut’ başlıklı yazısından takıldı dikkatime bu mesele yani ‘asıl mesele’.

        Seçimlere yaklaşırken içinden geçtiğimiz bu acılı günlerde öyle çok uzaklara değil şöyle bir on yıl, on beş yıl öncesine gitmek bile unutkanlığın neden asıl meselemiz olduğu konusunda yazarla duygudaşlık kurmamanın mümkün olmadığını düşündüm…

Vakıa yazarın söylediği şu:

        “Bana kalırsa asıl mesele, birbirimizi yeniden kazanmak değil, milli hafızamıza tekrardan kavuşmaktır. Çalışılması gereken yer, tam olarak burasıdır. Bir de şu var: "Kötü niyetliler suçlu arar, iyi niyetliler çözüm."

        Yazarın, bahsettiğim kitabının arka kapağına düşürdüğü şu zarif not yazılarında gözettiği hassasiyetin ne denli önemli olduğunu görmemize yetiyor:

“Gazete yazılarını kitaplaştırmanın sakıncalarını biliyorum. Fakat ben, bu yazıları sadece gazete için yazmadım. Okunduğunda görülecektir ki, gündemde olanlar değil, gündemimizde olması gerekenler anlatılıyor.”

İbrahim Bey’in asıl mesele dediği şeyin neden gündemimizde olması gerektiği noktasında amaçlarına ulaşmak için her yolu mubah görenlerin artık niyetlerini gizleme gereği bile duymadan sözleri ve eylemleriyle ayağa kalktıkları bugünlerde daha dikkatli olmalıyız diye düşünüyorum.

Savaşlar, doğal afetler velhasıl yaşanan her felaketten sonra bir şekilde yaralar sarılır; sabır ve metanetle ‘Bu da geçer yahu’ denilerek acılarla yaşamaya devam edilir, özellikle maddi kayıpların telafisine bakılabilir; lakin vatanın kaybı hiçbir kayba benzemez.

Yazının bir yerinde dikkatlerimiz işte bu tarafa çevrilmiştir:        

“Nurettin Topçu, "Anadolu''nun kurtuluş savaşı, ruh cephesinde henüz yapılmamıştır" der. Biz buna, ''içimizdeki yoksulluk'' diyoruz. Yaşanan sorunların ve karşılıklı biçimsizliğin birinci nedeni, işte bu yoksulluktur. İçimizdeki yoksulluk, artık görünür bir hale gelmiştir. Sözünü ettiğimiz akıl ve vicdan tutulmasının kaynağı budur.”

***

“Bugün, ülkemiz, büyük ve yıkıcı bir kuşatmanın altındadır. Öte yandan, ilk kez böyle bir kuşatma altında olmadığımızı da biliyoruz. Mareşal Fevzi Çakmak''ın rakamlarına göre, Birinci Dünya Savaşı boyunca, Türk tarafına, 6.000.000 tam teçhizatlı düşman askeri saldırmış. O yıllardaki nüfusumuz ve ağır şartlar dikkate alınırsa, bundan daha korkuncu olamaz diye düşünüyorum. Dolayısıyla, aziz milletimiz ve mübarek vatanımız, inşallah, bu kuşatmadan da alnının akıyla kurtulacaktır.”

Toparlayacak olursak: Anadolu, Malazgirt''ten bu yana kader birliği yapanlar için gelinen son noktadır ve gidilecek, kalınacak başka yer yoktur. Dolayısıyla, çıkmaz sokağımızdır.

Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevi Hazretleri, Ehl-i Sünnet İtikadı (Bedir Yayınları, 1988) isimli eserinde bir soru sorar ve cevabını yine kendisi verir. "Soru: Hangi ortaklar, isteseler de taksim yapamazlar? Cevap: Aynı çıkmaz sokağı kullanan komşular." (Sayfa 185)

Mart ayının son haftasında ‘Kütüphaneler Haftası’ nedeniyle duvar gazete çıkarmak, kitabın kütüphanenin ve okumanın önemi ile ilgili programlar yapmak gibi etkinliklerimiz olurdu çalıştığımız yıllarda. Kütüphanelerin ziyaretçileri daha çok olurdu.

Hafızalarımızın daha çok zarar görmemesi için ve daha önemlisi asıl meselelerimizi unutmamak için bu ziyaretlere her zaman ve her yerde daha çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.

Ramazan’ımız mübarek, acılarımızı daha çok paylaşarak yüreklere dokunmamıza vesile olsun efendim.

Selamların en güzeliyle…

Hacı Halim Kartal/ 27 Mart 2023   

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.