BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

Önce kanı kaynar.



Memleket sevgisi her şeyin üstündedir. Kardeşin kardeş sevgisini bile memleket sevgisinin üstünde görmediği, anayı babayı dahi tanımazlıktan geldiği çağlar...
 


İstisnasız bütün gençlik, sağdan ya da soldan severler ülkesini, toprağını, milletini...
 


Sadece nüans farkları vardır sevme yöntemlerinde...



Ama kan dedi mi, can dedi mi, uğruna inandığı değerler gelince anlamsızlaşır, fedakarlık dürtüleri tavan yapar, kendi gördüğünün dışında hiç bir şeyi görmez olurlar...



O çağlarda; ona göre milletin bir kesimi; “haindir.” “Onlardan, asla ve asla bu millete hayır gelmez. Onlar, kimi güçlü görürse ondan yana tavır alırlar çünkü... Onlar bu memleketin kara bahtı, kör talihidirler.”



Zaman gelir yaşı ilerler, oğlu olur kızı olur, gelinlik, damatlık yaşına gelirler. Bir bakar ki; o sevmediği, gençliğinden beri suçladığı insanlarla akraba oluvermiştir. Artık o sevmediği insanlara ne kötü bir laf çıkar dilinden ne de başkalarının sözlerine karşı toz kondurur üzerlerine. Bundan böyle; “o sevmediği” insanlara söz söylemek için mangal gibi yürek taşımak gerekir. Onlara laf edebilmek için önce bu yeni oluşan engeli aşmak gerekecektir. Meğerse yıllardır suçladıkları insanlar; "ne kadar güzel, ne kadar vatansever insanlarmış da bundan haberleri olmamış. Akraba oluverince her şeyin anlaşılması çok daha kolay hale geliveriyormuş meğer... 


Yine, vatanı ve milleti kimselerin sevmesine teslim edemeyecek kadar hırslı, gözü karadır belli yaşlarda... Hatta vatanı kurtarmak için eylemleri, dayak yemeyi, gaz yemeyi, cop yemeyi, panzer paletlerinin altında kalmayı bile göze alacak güçte ve hırstadır. Polisler bile onun nezdinde “hain”, askerler, “faşist”, memurlar “satılmış" insanlardır." 


Bu hırs öyle güçlenir ki; eline geçirdiği ne kadar yaralayıcı, kesici, öldürücü nesne varsa polise, askere karşı kullanmaktan asla geri durmaz. Çünkü onlar “faşist sistemin, emperyal uzantılarıdırlar.”


Zaman gelir oğlu ya da kızı çocukluğundan beri girebilmenin özlemini çektiği askeri okullara, polis okullarına kayıt yaptırıp, asker ya da polis olmak arzusunu realiteye dönüştürmeye başladıklarında, bizimki de yavaş yavaş dönmeye, başkalaşmaya, çaresizliğini çareye dönüştürmeye başlar. Yıllarca, karşısında bir erişilmez dağ gibi durduğu, cengaverce savaştığı, uğruna vatan ve millet kurtardığı, onları özgürleştirdiği, askere, polise devlete karşı verdiği savaşımın anlamsızlığına inanma başlar. Keşkeler, pişmanlıklar sarar bütün uzuvlarını...


Oğlu asker üniformasını üzerine giydiği, kızı polis elbisesine kavuştuğu an, en şiddetli bir biçimde polis hayranı, asker sevdalısı kesiliverir... Önceki duygularından, hırslarından eser kalmamış hatta bu defa vatanını kurtarmaya ant içmiş bir nefer gibi, kimselere bırakmadığı hamaset nutukları ile yüklenmiştir artık.


Bu defa, şimdiye kadar yaptıklarından nedamet duyup, askerin, polisin karşısına dikilenleri “vatan haini”, “terörist ilan etmeye, kendi yaptığı her şeyi unutmaya, hayatından izlerini silmeye gayret eder bundan sonraki kalan zamanlarda... 



Düne kadar “eğitimsizliğinden” dem vurup, “çocuğuna yeterince bilgi yüklemesi yapamadığından, cehaletinden” bahisle suçladığı öğretmenlerle de aynı ikilemleri yaşamaya başlar. Geçen hafta kızı sınıf öğretmenliğine adım attığı anda yanaklarından süzülen damlaların gerçekliği konusunda kimse en ufak bir şüphesi olmamalıdır. Çünkü, kızının bin bir emekle elde ettiği ve gururla taşıdığı öğretmenlik diploması var artık. Artık o, öğretmenlik mesleğini, düne kadar haklarında verip veriştirdiği öğretmen camiasını kalbinde en mutena bir köşesinde konuk edecektir bundan böyle.



Eskiden esnaflara en galiz küfürleri ederken, karınca kararınca, mahallenin köşebaşına açtığı ipçi dükkanını çalıştırmaya başladığı günden beri, “meğerse esnaflığın ne kadar da kutsal bir meslek” olduğunu keşfediverdi...


“Adaletsizlikle” suçladığı, sürekli olarak “icraatlarını Allah’a havale ettiği” hakimlerin, savcıların en büyük düşmanıyken, yakınlarından birisinin o mesleğe katılımıyla birlikte, yakıp kavurduğu, esip savurduğu bu mesleklerin; “ne kadar kutsal meslekler olduğunu” anlatacaktır bundan böyle atrafındakilere...


“En büyük hırsızların politikacılardan, suistimallerin, torpillerin, adam kayırmaların siyasilerden çıktığını,” yedi yirmi dört etrafındakilere anlatırken, bir büyük partiden, eşine teklif edilen Belediye Başkanlığı adaylığının ertesinde siyasilerin; ne kadar dürüstleşiverdiklerini, “aslında siyasilerin gece demeden, gündüz demeden; memleket için, vatan için uykularını terk ederek hizmet eden vatan evlatları olduklarını öğrenivereceğiz aynı ağızdan... 


Aynı gözlerden ve utanmadan etrafına sevgiyle bakmaya çalışan; kirlilikten, paslanmışlıktan artık çalışmamaya başlayan o yüreğin, artık temizlenmeye ne kadar ihtiyaç duyduğunu kavrayacağız hayatımızın geri kalan zamanlarında...



Ey menfaatim!



Sen Tanrılardan daha büyük(!), Meleklerden daha güzel(!), kuvvetliden daha kuvvetli(!), haklılardan daha haklı(!) bir şeymişsin meğer...



Dikil de karşımda önünde secde edip(!), dualar okuyayım.(!)



Heykellerini dikip(!), gıpta ederek bakayım yüzüne(!), tüküreyim yüzüne.



Tayyar Yıldırım

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.