banner164

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

Depremler bir şekilde kendini unutturmayan en yıkıcı ve yakıcı gerçeklerimiz arasındaki yerini korumaya devam etmektedir. Dünyanın birçok yerinde ilk ayında meydana gelen elimolaylar toplamına bakılırsa oldukça sert geçeceğe benzeyen 2020’nin ülkemiz gündemine ocak ayı sonunda taht kuranı, Allah beterinden korusun, depremler oldu.

            Bölgeye anında ulaşma, arama kurtarma çalışmalarında devlet ve sivil toplum organizasyonunun göz ve gönül dolduran çabaları, yararın hızla sarılması vb. birçok konuda Devlet- millet dayanışmasının en güzel örneğini de görmüş olduk.

            Bu yazımda Elazığ- Malatya depreminin basınımızdaki yansımalarından bir demet sunmak istiyorum. Bu vahim olaya nasıl bakılmış, neler görülmüş:

            İlki Süleyman Seyfi Öğün’den. Deprem ve Hafıza Oyunları başlıklı yazısında (Yeni Şafak,27 Ocak) çabuk unutan tabiatımıza vurgu yapan yazar, bilip durduğumuz ‘gerçekleri savsaklamak’tan söz eder:

“Elazığ depremi yine bildik bir süreci canlandırdı. Aynı aktörler, aynı konuşmalar… Türkiye bir deprem memleketiymiş.. Depremle yaşamaya alışmalıymışız… Türkiye, yaşanan felâketlerden ders çıkarmayı bilmiyormuş. İstanbul depreminin eli kulağındaymış…

            Tabiî ki bu söylenenlerin, yazılanların hiçbiri yanlış değil. Zaten kimse söylenenlereitiraz etmiyor. Mesele doğruların dile getirilişindeki baygınlık verici yeknesaklık ve tekrarlar...Doğrular, tekrarlanarak aşınır; manasını ve hükmünü kaybeder. En doğru ve manalı sözlerin bile haddinden fazla söylendiğinde ağırlığını kaybettiğini, inandırıcı olmaktan çıktığını herkes görmüştür. İnsanlığın tarihî bir bakıma da savsaklanmış doğruların tarihidir. Eğer doğrular hayatta karşılığını bulmuyorsa, tekrar tekrar söylenmesinin, azalan verimler yasasında olduğu üzere faydasının olmayacağını; hatta tam tersine onların hayata geçmesini ayrıca zorlaştıran bir etkiye sâhip olacağını iddia edebilirim.”

            Fatma Barbarosoğlu da 29 Ocak Çarşamba günü ‘Can Cana Yaslanır, Akıl Akıl İle Koşulur’ başlığıyla yayımladığı yazısında bu depremin unutulmazlarını çizdi zihinlerimize:

            “Günü, dünü, zihnimize kaydeden anlar, görüntüler vardır. Yıllar geçse de biz geçmişte bıraktığımız “o zaman”ı o görüntüler eşliğinde hatırlarız. Ocak 2020 Elazığ depremi, özellikle iki “fotoğraf” üzerinden yerleşti belleklerimize.

Birinci fotoğraf UMKE’yi yerleştirdi zihinlerimize. Çoğumuz UMKE’nin varlığından bile haberdar değildik. UMKE: Ulusal Medikal Kurtarma Ekibi. İl Sağlık Müdürlüklerine bağlı bir kurtarma ekibi.

UMKE ekibinden sağlık görevlisi Emine Kuştepe -ki UMKE’ye gönüllü olmanız için sağlıkçı olmanız şart- göçük altındaki depremzedeye ses gönderiyor, “Azize Azize” diyerek onu hayatla, hayatı onunla bütünlemeye uğraşıyor. Saniyeyi ve saliseyi israf etmemeye gayret ediyor. Sonuca odaklı. Tam kapasite gayret. Soğukkanlı, mesuliyet bilinci mükemmel! Azize Hanım başka insanların da olduğunu söylüyor. Emine Kuştepe Azize Hanım’a Kürtçe cümleler söyletiyor etrafındaki insanlara yardımcı olabilmesi için. Böylece Emine Kuştepe Azize Çelik’e, Azize Çelik aynı göçüğü paylaştığı diğer insanlara “nefes” oluyor.

Hayatın her anında insanlar ikiye ayrılır: Kalbi olanlar ve olmayanlar olarak. Kalbi olanlar ben yoksam kimse yok diyerek sorumluluk alır, kalbi olmayanlar hangi yangına hangi odunu atarsam alevler daha şiddetli olur diye sorar. Depremle birlikte en çok Elazığ Kürt mü diye aratıldı der. Ya da pisliğini kavanozda muhafaza eden birisi, Elazığ halkına hakaret etmek için depremi fırsat bilir.”

Hürriyet’ten Ahmet Hakan 27 Ocak günü ‘Felaket Zamanlarının Ortaya Çıkardığı Tipler’i teşhir ettiği yazısında birilerine hakaret etmek için depremi bile fırsat bilen müzmin kötümser bu güruha tabir caizse ağızlarının payını alkışladığım şu cümlelerle verdi:

“Elazığ Kürt mü” diye merak edenler varmış.

Bunu merak edenlere...

Elazığ’ın ne olduğunu anlatıyorum:

Elazığ çırpınan bir babadır... Elazığ evlatlarına kol kanat germiş bir annedir... Elazığ hisseden bir kardeştir... Elazığ duyarlı bir abladır... Elazığ yardım bekleyen bir çocuktur... Elazığ âşık olan bir gençtir... Elazığ ağlayan bir bebektir... Elazığ gülümseyen bir genç kızdır... Elazığ görmüş geçirmiş bir dededir...

Kısacası Elazığ...

İnsandır oğlum, insan...

Sadece ve sadece buna odaklanmayı başarırsan...

Belki sen de insan olabilirsin.”

Deprem bölgesini gezen, çadırlardaki depremzedeleri ziyaret edip onlarla halleşenYavuz Donat’ın 30 Ocak Perşembe günü Sabah’ta ‘Bu Millet… Büyük Millet’ başlığıyla kaleme aldığı izlenimleri bu konuda yazılanların unutulmazlarındandı benim için.

Asalet
 

Kamyonlar, kamyonlar, kamyonlar.
TIR'lar... O kadar çok ki. Konya'dan... Hatay'dan... Tarsus'tan... Akhisar'dan... Manisa'dan... Erzurum, Antalya, Kocaeli'den... "Yardım yağdıranlar."
Büyük Atatürk "Türk milleti asildir" demişti.
"Asaleti" deprem bölgesinde gördük.
Milletimiz... Elâzığ'ın "Acısını paylaşıyor... Yarasını sarıyor."

Son söz hayatın anlamını bir türlü anlamak istemeyen idraklerimize gelsin:

“Türk, Kürt, Arap, Boşnak, Çerkes kimliğimiz önemlidir. Ama yaşarken. Öldüğümüzde kimliğimizin bir anlamı kalmaz. Ölüme beş kala hepimiz canlı olmak paydasında eşitleniveririz. Öyle bir an gelir ki birbirine uzak olan, uzak olduğunu sanan herkes aniden kader kardeşi olur. Onlar, bunlar, şunlar derken herkesten biri oluruz.

Aynı geminin içindeyiz. İster bir köy, ister bir kasaba, ister bir şehir, ister bir ülke, isterse bir kıta, ya da dünya gezegeni olsun. Biz hepimiz, aynı geminin içindeyiz. Dikkate ve rikkate muhtacız.”F. Barbarasoğlu

Rabbim milletimize başka acılar göstermesin.

Selamların en güzeliyle…

H. Halim Kartal,  31 Ocak 20

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.