BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

Diyanet İşleri Başkanlığımızca her yıl 1-7 Ekim tarihlerini Camiler ve cami hizmetlerinde fedakârca çalışan atanmış değil adanmış, ilim, irfan, irşat hizmetleri bakımından “Âlimler nebilerin varisleridir.” Müjdesine nail olanların cami hizmetlerinde daha başarılı olmalarını temenni eder, diyanet kervanında emeği geçen ve baki hayata göçenlere Rabbim (c.c.)’den af ve mağfiretini, bizleri yoktan var eden, varlığından haberdar eden, rızık veren, şekil veren, takvaca kimilerini kimilerinden üstün kılan Rabbimiz (c.c.)’dan niyaz ederim.

         Malumunuz olduğu üzereArapçadan gelen ‘Cami’ cem toplanma, bir araya gelme kökünden gelen toplayan, bir araya getiren yer, toplanma yeri alanı demektir. Yani cami ve cemaat birbirinden ayrılmaz ikilidir. Mescit ise yine Arapçadaki secde’den türemiş “Secde yeri, Namaz yeri” demektir. Ecdadımız (Osmanlı sultanları) tarafından yaptırılan camilere de “Salâtin cami” küçük olanlara ise mescid demişlerdir.

        Rivayetler doğrultusunda ilk câmi Hz. Âdem (a.s.)'in yeryüzüne ilk geldiği yer olarak kabul edilen Serendip (Seylan) adasında kendine ait bir mescidi olduğu rivayet edilir. Rivayet doğru bile olsa, Kur'an-ı Kerimin bildirdiğine göre insanların tümü için yapılan ve Ali İmran 96 -97. Ayeti kerimesinde “Şüphesiz âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev Mekke'deki Kâbe'dir. Orada apaçık nişaneler ve İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur.”   buyurulduğu üzere ilk mabet Kâbe'dir.

Kur’an-ı Kerim’de “Beytullah” olarak anılan ve Kâbe’nin birer şubesi olan cami ve mescidlerimizden cemaati bulunan din, manen mamurdur. Amma sadece mabedi kalmış, cemaati tükenmiş bir dinin de viran olduğu unutulmamalıdır.

         İşte bu yüce dini en güzel bir şekilde gece gündüz demeden, düğünlerde, taziyelerde, cenazelerde, dünyaya gelen çocuğun kulağına ezan okumakta, asker uğurlamakta, yağmur dualarında, kısacası tabiri caizse 7/24 Hakka ve halka hizmet etme konusunda cansiperane hizmet veren din görevli kardeşlerimin görevlerinin icrası olan camiler müslümanlığın simgelerinden olup, birey ve cemiyetin bir parçası haline getiren, eğiten, öğreten ve örnekler sunan yapısıyla dini ve ilmi hayatın merkezidir ve olmalı da.

         Ancak üzülerek şu gerçeği belirtmek isterim ki;  günümüzde camilerimiz hayatın gerçekliğinden olabildiğince uzaklaşan, fiziki yapıları daha çok önem verilen ve birbiriyle yarıştırılırken manevi yönü maalesef içindeki mıknatıs görevi alanların ihmal ettikleri mescidlerimizin yeniden hayat bulması ve yaşadığımız manevi hayata dahil olması konusunda sorgulama ve inşa çabalarında bulunma ihtiyacı, önceliklerimiz arasında yer almalıdır.

         Rabbimiz (c.c.) Tevbe 18. ayette “Allah’ın mescidlerini Allah ve ahiret gününe iman eden, namaz kılan, zekât veren ve sadece Allah’tan korkanlar imar eder.” Bu bağlamda ayette yer verilen müminin camiyi imar etme faaliyetlerini “Fiziksel İnşa”nın yanı sıra  “Manevi İmarınıda” birbirinden ayrıt etmememiz gerekir.

         Çünkü cami; yalnız duvarlardan ve kubbelerden ibaret değildir. İçinde topladığı müminlerin de Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu. “...Cemaate gelmeyen adamlara gidip onlar içindeyken evlerini yakayım.” O korkunç ikazına istinadencaminin ayrılmaz bir parçası olmalıdır. Çünkü Cami kök, müminler ise caminin gövdesi olmalıdır.

         Camilerimiz, ilk dönemlerden itibaren İslâm toplumunun eğitilmesinde önemli rol üstlenmiş ve toplumun kuruluşunda üç yer ders alınması için insanlara örnek olmuştur. ‘MABET’, ‘OKUL’ ve ‘ÇARŞI’... Bundan dolayıdır ki âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonra ilk işi bu önemli üç şeyi inşa etmesidir. ‘Mescid’, ‘Suffe’ ve ‘Pazaryeri’  Şüphesiz bu üç terimin biri Dini, biri İlmi diğeri de Ekonomiyi temsil eder. Çünkü Dini, ilmi, ekonomisi bozuk olan toplumlar hiç bir zaman müreffeh olmamış ve olamazlarda. Bunları insanların bozduğu gibi ihyasıda yine ancak insanlarla olacaktır. Tabiii Ruhu Rabbisiyle barışık olursa, Kur’an’la barışık olursa, Peygamberle barışık olursa, dini, aklı, nesli selim olur ve yapmak istediği her şey sağlam ve verimli olursa işte o zaman ülke kalkınır ve müreffeh olur.

         İstisnalar kaideyi bozmaz şuurunca bir cami görevlisi kardeşim görevli bulunduğu mahallede, köyde, mezrada görev mahallinde sorumlu olduğundan yarın mahşerde ben cenaze işlerine mahkûm olduğumdan dolayı sezinle ilgilenemedim deme hakkına sahip değildir. Çünkü Cübbe ve Sarık bize ölüme bakar gibi değil, hayata bakar gibi bakmalı...  Unutulmamalı ki imamların asli görevi sadece ölüleri yıkamak değil haaa, “ÖLÜ RUHLARI” yıkamak olmalı, ölü akılları yıkamak olmalı, ölü yürekleri yıkamak ve diriltmek olmalı. Bu demek değildir diriler yıkanmaz haaa. Onlarda yıkanmalı… Onlar da; Kur’an’la, İslam’la… Camiyle, cemaatle yıkanmalı. Eğer yıkanacak diriler camilere gelmiyorsa, o zaman da onları çarşılarda, pazarlarda, dükkânlarda, salonlarda, statlarda hatta kahvelerde ararbulur ve Kur’an’la yıkayıp yaralarını sararken bir ikazını mertçe dile getirmelidir. İnsanoğlunun hayatı oyun ve eğlenceden ibaret olmadığını, hayatın bir mana ve amacı olduğunu ve o mana ve amacı verenin de Hz. Allah (c.c.) olduğunu, “İnna Lillâhi Ve İnnâ İleyhi Raciûn.”  “Biz Allah için varız ve Allah’a dönüyoruz.” onsuz hayatın bir anlamı olamadığını söylemek için hizmet vermelidir.

         Hiç şüphesiz camiler, bulundukları beldenin müslüman beldesi olduğunun simgesi, görevlisi de Peygamber varisi olduğunu unutmamalı. Bu manada, gökyüzüne uzanan minareleriyle camiler, İslâm’ın o beldedeki simgesi ve ülkenin tapusudur. Şair bunu ne güzel ifade eder.

     “Mevlâ’dan bize ses vermede hep cetlerimiz

       Manevî bekçisidir yurdumuzun ulu mabetlerimiz.”

         Kur’an-ı Kerim’de “Beytullah” olarak anılan ve Kâbe’nin birer şubesi olan mescidlerimiz dikilen fidanlara verilen su misali olmalıdır. Nasıl ki dikilen fidana su verildikçe büyür insanlar ondan faydalanıyorsa, cami cemaati de fidan gibi ilim, irfan, ibadet, İtikat, ahlak adına tüm maneviyatları camilerden “ATANMIŞ” değil “ADANMIŞ” olarak öğretilmeli ve öğrenilmelidirler. Yoksa Merhum Osman Yüksel Serdengeçti “Mabet siz Şehir” neden söylesin ki…

         Bu vesileyle insanların her türlü manevi eksikliklerini yerine getirmek üzere hizmette bulunan tüm diyanet camiamızın “  1-7 Ekim Camiler ve Din Görevlileri ” haftasını Diyanet-Sen Yalıhüyük İlçe Başkanı olarak tebrik eder hayırlı hizmetlerde bizleri muvaffak eylemesini Rabbimiz (c.c.)’den niyaz ederim. Selam ve dua ile.

 

 

                                                                                                      Yusuf ÇAKICI

                                                                                                    Yalıhüyük/KONYA

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.