BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

Şubat ayı dört yılda bir yaşadığı beyliğinin keyfini sürmeye hazırlanırken gazetelerimizde ağırlıklı olarak 28 Şubat?a dair yazılara yer verildiğini görüyorum. 15 yıl önceki post modern darbe ve bu darbenin mağdurları anlatılıyor uzun uzun. Sonra Rahmetli Erbakan Hoca?nın vefatının birinci yıl dönümü nedeniyle 28 Şubat?ta darbecilerin baş hedefi olan Erbakan Hoca?nın milletimize hizmetleri ve darbe yıllarına ait değerlendirmeler yazılı ve görsel basınımızın en önemli konuları olmaya devam ediyor.

         15 yıl önce Erbakan?ın başbakan olduğu hükümeti çalışamaz hale getiren güçlerin siyasete müdahil oluşlarıyla milletçe yaşadığımız badireleri anlatan yazılara baktım. Mustafa İslamoğlu?nun ?Erbakan?ın Affedilmez Suçu? başlığı ile anlattıklarının şu ana kadar bu konuya dair yapılan en sağlam, en tutarlı değerlendirme olduğunu gördüm.

 

         Dilerim o sıkıntılı dönemler bir daha yaşanmaz.

 

         Bu hafta yerimi yıllar önce Günlük Güneşlik Şarkılar, Mavisini Yitirmiş Yaşamak adlı kitaplarıyla tanıdığım Ali Çolak?ın 25 Şubat 2012 günü Zaman?da çıkan ?Karatahta ve tablet, bakmak ve dokunmak...? adını verdiği bir yazısına bırakmak istiyorum. Gündemin bu sıkıcı havasından biraz uzaklaşarak çoğumuzu nostaljik bir gezintiye çıkaracağını düşündüğüm bu yazı ile sizleri baş başa bırakıyorum.                    

            ?Karatahta önünde terleyen uysal ve silik çocuklardık biz.

         Ezberlere kaldırılırdık, işlemlere, güzel yazılara ve bir de tek ayak üstünde öylece, suçlu ve kopkoyu bir utançla bekletilirdik. Bütün bir öğrencilik özgeçmişimiz, karatahta üstüne ak tebeşirle yazılmıştır. Ve çoğu zaman mağrur öğretmenlerin elinde korkuyla, savunmasız ve çaresiz...

         Oturduğumuz yerden karatahtaya bakardık ve her şey orada, o büyük çerçevenin içinde olup biterdi. Kelime ve cümle, şiir ve müzik, dört işlem ve harita... Çağlar bile karatahtada değişir, padişahlar iner çıkar; savaşlar kazanılır, antlaşmalar yapılırdı. Kuşlar ve ülkeler, dağlar ve ırmaklar, hücre ve iskelet... Orada akıp giderdi her şey. Okul, yazıla siline beyaz tebeşir izleriyle örerdi hayatı önümüzde. Ve biz, daima karatahtaya bakardık. O büyük çerçeveyi geçer, uzaklara giderdik. Denizlere, ilkyaza, gençliğe ve aşklara bakardık, hülyalar içinde. "Bakmak, uzaklara dokunmaktır." diyordu şair; bakarak dokunurduk, bilgiye, uzaklara ve aşka. Biz zaten, hayata uzaktan bakanlardık. Karatahta çağının suskun çocukları...

         Dijital ekranında çiçekler açmış bir tablete bakıyor şimdi çocuklar. Hayır, bakmıyor, dokunuyorlar. Ellerinde dünyayı taşıdıkları bir oyuncak ve bir parmak oynatışıyla değişiyor her şey. Onlar, 'bakma'nın değil, 'dokunma'nın çocukları. "Âh, gençlik görselliktir, yaşlılıksa dokunsallık." demişti "Bulanık Defterler"de Hilmi Yavuz. Şimdiki çocuklar, tersine çevirdiler bunu ve erken dokundular her şeye. "Gençlik, dokunsallıktır" artık. Durmaksızın dokunuyorlar; bilgiye, müziğe, oyunlara ve hülyaya! Hayata uzaktan bakan çocuklar değil onlar. Yaşamak, parmaklarının ucunda.

         Bugünün çocukları elbette daha özgür, korkusuz ve özgüvenli. Bizim gibi, zalim ve mağrur öğretmenlerin karşısında suspus ezilmiyorlar. Kalabalıklar içinde onurları zedelenmiyor. Bir bilgi kırıntısının peşinde koşup ona ulaşamamanın ıstırabını çekmiyorlar geceler boyu. Ve elbette, bizlerden çok ama çok daha maharetle ve cesurca dünyayı kolaçan ediyorlar. Bilgi kaynakları karatahta üzerindeki beyaz tebeşir izlerinden ve ders kitaplarından ibaret değil. Sınırsız bilgi ağlarının içinde dolaşarak özgürlüğün tadını çıkarıyorlar. Tek sesli, tek kaynaklı bilginin esiri değiller; itiraz etmek, eleştirmek ve reddetmek kahramanlık sayılmıyor onlar için. Ve dünya nimetleri, bereketli bir mevsim gibi geçiyor önlerinden, dokunuyor ve kolayca sahip oluyorlar.

         Şimdi, çocukların okul sıralarında sahip oldukları dijital 'oyuncak'lar ve karşılarındaki 'akıllanmış' tahtalar, teknolojik bir yenilik değil sadece, bir hayat tarzı, bir gelişmişlik ve özgürlük düzeyi. Başka bir çağın alamet-i farikası... Artık, başka çağların insanlarıyız onlarla. Ne biz onlara yetişebiliriz, ne onlar dönüp bize gelirler.

         Bugün akıllı tahtaların, tabletlerin, cep telefonlarının, müzikçalar aletlerin ekranlarına dokunarak hemen her şeye ışık hızıyla ulaşabilen çocukların bir 'hız delisi' olduklarından/olacaklarından şüphe yok. Zamanı, anları, mekânları süratle aşmak istiyorlar. Beklemeye tahammülleri yok. Bir dokunuşla her şeyi değiştirmeyi başardıktan sonra, bütün arzularının o an, o saniye olmasını isteyecekler. Yarını, gelecek günleri ve yılları beklemek, asla! Yavaş, diyecekler, kahretsin, çok yavaş! İstemek, dokunmak ve sahip olmak... Ne geçiyorsa hayallerinden, ne varsa arzuladıkları... Sahip olacak ve unutacaklar! Sonrası, daha yenisi ve daha... Ah, beklemenin o her şeyi yavaşlatan ve kıymetlendiren saadeti!

         Okullarda dağıtılan tabletler, elbette bir ülkenin gelişmişlik düzeyini gösteriyor ve sevindirici. Tahta bavullardan, sarı yapraklı defterlerden, teksir kâğıtlarından tabletlere; bir çağ değişimi bu. Ve fakat, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı zamanlara, dönüşü olmayan bir yola gittiğimizi bilmek gerek. Mesela öğretmenin sınıfta 'birincil' konumunu yitirdiğini... Mesela artık yeni kuşakların kalemle münasebetinin biteceğini ve güzel yazmayı asla beceremeyeceğini, 'hız'ın her şey olduğu zamanlarda, çocuklara bir Dostoyevski yahut Tanpınar romanı okutamayacağımızı, kalıcı ve derinlikli bilginin, tefekkürün, itibar edilir şeyler olmayacağını, zaten yaşadığımız nitelik ve derinlik erozyonunun hız kazanacağını, özgürlük duygusunun git gide minnetsizliğe ve değerbilmezliğe evirileceğini... Ve daha bir sürü şey!

 

         Benim için en esaslı eğitim, hâlâ bir karatahta, bir tebeşir ve 'iyi' bir öğretmenden ibarettir! Öğretmen, yüzümüze yöneldiğinde bütün uzviyetimizi saran o bakışlarıyla öğretmen, her şeydir benim için. Tabletler, bir bakıma öğretmen çağının bittiğinin ilanıdır ya da artık iyi öğretmen yetiştiremediğimizin itirafı. İyi öğretmen, bakmayı öğretir çünkü hayal kurmayı... Okullarımızda teknik donanım mükemmel fakat 'insan' ve ruh yok. Çocukları, gençleri iyi bir örnek insana temas etmeden hayata nasıl hazırlayacağız, hangi teknoloji harikasıyla? Çocukların her şeyi oluyor, olacak fakat hayalleri eksik! Bizimse hiçbir şeyimiz yoktu belki; ama upuzun hayallerimiz vardı. Mesela, "ilkyaz, koynumuzda bir resimdi"...

         Duygularımıza tercüman olmuşsun, eline diline yüreğine sağlık Ali Çolak.

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.