BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

Her ne olursa olsun kazanmak insana haz ve keyif verir. Para kazanmak, sınav kazanmak, seçim kazanmak, makam kazanmak v.s

   Kazanmak zor ve meşakkatlidir. Bir çaba göstermeden durduk yerde kazanılmaz. Napolyon şöyle der:” Başarının onda dokuzu alın teri, biri kabiliyettir.”Yani dünya hayatı hep kazanma mücadelesi ile geçiyor.

Kaybetmek ise insanı fena sarsar. İşini kaybetmek, parasını kaybetmek, sınav kaybetmek, savaş kaybetmek, seçim kaybetmek, sağlığını kaybetmek vs. Hele bir yakınını kaybetmek elemlerin en beteridir.

    Hoca “ İnsanın eşini kaybetmesi “küçük kıyamet” , insanın kendi ölümü ise “büyük kıyamettir” der.

    Öyleyse hayatta herkes kıyametin küçüğünü de büyüğünü de yaşayacak. Kaybetmek çok kötü dokunur insana.

    Elde iken eldeki kazanımların değeri pek bilinmez. Lakin kazanımlar elden çıkınca asıl o zaman nimetlerin kadri kıymeti anlaşılır. Allah kimseyi kazanmışken kaybetmişlik durumuna düşürmesin. Kaybetmişliğin yorumu bir de insanların insafına kalırsa “yazık oldu Allah sabırlar versin” diyenlerin yanında “oh olsun” deyiverenler de çıkar.

Kazanımların kıymeti takdir edilip şükrü eda edilmeli, irade dışı kaybedilenler için de sabırla Allah’a iltica edilip “imtihanı ilahi” olarak değerlendirilmelidir.

   Buraya kadar ki bölüm –kazanmak ve kaybetmenin- dünya tarafı hayatın maddi boyutu.

Asıl konumuz; kutsal zaman dilimlerinde kazandığımız manevi meziyetleri devam ettirmek ve kaybetmemek.

   Mübarek zaman dilimlerini, insan kendine çekidüzen verme, manevi kazanç elde etme ve eksikleri telafi etme fırsatı olarak değerlendirir. Lakin sadece mübarek zaman dilimlerine de bel bağlanmamalı. Mesela en kutlu olan Kadir Gecesinde bile çokça kılınan nafile namaz, düzenli olarak kılınan beş vakit farz namazın değerine ulaşamıyor.

   Efendimiz s.a.v “İbadetlerin en faziletlisi az da olsa devamlı olanıdır” buyurur. Rabbimize karşı inancımızı ortaya koymak ve itaatimizi sunmak demek olan ibadetlerde devamlılık esastır.

   Ramazan ayında inşallah büyük manevi kazanımlarımız oldu. Muhtaçlara uzatılan yardım elleri, fitir, zekât, Kur’an okuma, af, bağış, bayram vs.

   Hele bizleri nefis muhasebesine sevk eden, kötü duyguları törpüleyen, kulluk bilincini zirveye ulaştıran oruç. Açlığın ne demek olduğu aç kalınarak anlaşılır. Rabbimiz açlıkla terbiye etmesin.

Biz açlıktan karnına taş bağlayan bir Peygamberin ümmetiyiz. O bize daha doymadan sofradan çekilmeyi yani az yemeyi öğütler.”Sizin Allah’a en sevimli olanınız az yiyip içen ve bedence zayıf olanınızdır” buyurur.

   Eğer O’nun öğüdü dinlenseydi nüfusumuzun (%70) yüzde yetmişe yakını çok yemeden dolayı obezite olmayacaktı. Çok yiyerek obez olmuş fazla kilolarından kurtulmak için uğraşan, diyetler uygulayan insanların sayısı çok daha az olacaktı.

   Efendimiz s.a.v “ Âdemoğlunun doldurduğu kapların en kötüsü, tıka basa doldurduğu midesidir. Âdemoğluna belini doğrultacak birkaç lokmacık kâfidir. Eğer bu kadarla yetinemezse midesini üçe bölmeli; bir kısmını yemek ile, bir kısmını su ile, üçte birini de nefes alması için bırakmalıdır” buyurmuşlardır.(Tirmizi)

   İstatistiklere göre dünya nüfusunun üçte biri beslenme yetersizliği, üçte birisi kötü beslenme yüzünden hastalıklarla boğuşuyormuş.

   Şu garipliğe bakın ki; kimisi çok yiyerek bedenlerini hasta etmiş, kimisi de hiç yiyecek bulamadığı için ölümün pençesine düşmüş.

   Mısır’ın kıtlık yıllarında Hz. Yusuf’un bütün zahire(erzak) ve yiyecek ambarları elinde olmasına rağmen kendisi ise üç günde bir yemek yermiş. Sebebi sorulunca da “Benim karnım tok olursa etraftan zahire almaya gelen zavallıların haline acıyabilir miyim” demiş.

   Hem bedenlerin hem de ruhların hasta olduğu bu zamanda büyük zatların öğüt ve rehberliğine ne çok ihtiyacımız var.

   Aç kalmak insana ruh ıslahı, nefis terbiyesi, aç kalmış dertliye şefkat gösterme gibi faziletler barındırır.

   Oruç tutan insan Allah’ın emrine bağlılık hususunda nefsine hükmetme gücünü eline alır. İftar vakti gelmeden yani Allah’ın izni çıkmadan kendisine dünyalar bile verilse elini yiyecek ve içeceklere uzatmaz.

   Oruçla bir bakıma insan iradesi sınanıyor. Orucu bozmak karşılığında maddi değeri yüksek bir teklifi geri çevirecek kadar imanımız kavi(sağlam) ise (ki öyledir) bizlere ne mutlu.

   Mü’min oruç tutarak nefsinin istediği şeyleri sırf Allah rızası için terk ediyor, kendisine musallat olan nefsini hükmü altına alabiliyor ve sadece mide için yaratılmadığını hatırlıyor.

   Öyleyse kazanılan bu güzel meziyet asla kaybedilmemeli, devam ettirilmelidir. Oruç tutmuyoruz diye iştahla yemeklere gömülmemeli, ihtiyaçtan fazlasını mideye doldurup da mideyi bir şer yuvasına dönüştürmemeli.

   Günümüzde yemekler lezzetli, çeşit bol, insanın yedikçe iştahı açılıyor. Şu cümleyi bir kez daha tekrar edelim; Açlıktan karnına taş bağlamış bir ulu Peygamberin ümmetiyiz. Çok yiyerek fazla kilo alınmamalı, varsa da fazla kilolardan kurtulmaya çalışılmalıdır.

   Lakin Çanakkale savaşında askerlerimize verilen 18 Mart menüsünü bir hatırlayalım; Buğday çorbası+hoşaf.

   Onlar nerede biz neredeyiz…

 

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.