BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

Normal şartlarda; altmış,  bilemediniz yetmiş civarında bir sayıda mevsimlere şahitlik ederiz ömrümüzün içinde… Ardı ardına devridaim eden mevsimler, ömrümüzden ömür götürüler giderlerken.

Şahsen her birinden elli dört tanesini devirmiş birisi olarak, artık bundan sonrakilere erişip erişmeyeceğim hususundaki endişelerim daha da bir artış göstermekte…

Daha dün ilkbaharı göremeden, adım attığımız yaz da yavaş yavaş terki diyar ediyor kutbumuzu.

Gür yapraklarına sıkı sıkı sarılmış olan, eski yeni ne kadar nebatat varsa, güçlerini tüketmişçesine koyuverdiler kendilerini. Diplerine; mecalleri tükenmiş, renkleri solmuş yapraklar doluyor an be an…

Ağaçlar meyvelerini olgunlaştırmak gayretindeler. Gayretleri hep bizler için. Biz insanlardan gayrı kendilerine kötülük eden olmadığı halde, onlar bizler için çalışmakta, bizlere nimetlerini sunma derdindeler.

Biz insanlar kadar nankör, bizler kadar vefasız bir başka canlı yok dünyada. Buna rağmen karnımız doyuyorsa, nefes alıp verebiliyorsak bunu, emrimize amade kılınan bütün mahlûkata borçluyuz… Ne var ki onlara, ne borcumuzu ödemeyi düşünüyor ne de aldığımız borcu onların iyiliğine harcamaya meylediyoruz. Varsa yoksa menfaat, varsa yoksa ihtiras, varsa yoksa maddiyat peşindeyiz.

Başımızı sokacak bir evin hayaliyle yaşayıp giderken, ona ulaştığımızda şükredeceğimiz yerde, gözlerimizi daha yukarılara dikip, dünya malıyla “caka” satmak derdine düşüveriyoruz.

Mevsim malum düğün mevsimi… Mevsim; “hava atma”, “caka satma” mevsimi… İki gün önce bir tanıdığımın düğününe davetliydim. Yemek yenilen bahçenin etrafı, metrelerce uzunluğunda duvarla çevriliydi. Bahçeye yaklaşırken dikkatimi çeken ilk şey o duvara dizilmiş çelenk ve çiçekler oldu. Saymak istedim adedini ama saymakla falan baş edilecek gibi değildi. Yüzlerce, beş yüzlerce çiçek, çelenk v.s. düğün salonun bahçesini doldurmuştu.

Elbette çiçekçi de, oralarda çalışanı da, çiçeğin üzerine dizildiği marangoz malzemeleri de, mutlaka birilerinin kursağına giren lokmalar demekti. Ama ne yalan söyleyeyim, faydadan daha çok caka satmak adına, fiyaka basmak adına yapılıyor bunların hepsi…”Benim düğünde 500 tane vardı, senin düğünde 750 tane…”

Bu iş buraya düğümlenmiş artık. Bir adım ötesine bakmaya, farklı düşüncelere yelken açmaya sanki setler çekilmiş, duvarlar örülmüş gibi…

Mevsimler ardı ardına tükenip gidiyor, buna karşılık ihtiraslarımız da giderek artmakta… Zaten, “yaşlandıkça, ihtiraslar daha da artar, maddiyat da daha fazla önemsenirmiş.”

Dünyamız da artık yaşlandı demek ki…

İki dörtlükle yazımıza son verelim.

Dört Mevsim

Güz’e mi, dört mevsimin, hangisine yanayım? 
Hüznümü gizleyip de, söyle nasıl durayım? 
Ömrün her safhasında, hepsinden eser varken, 
Sükût edip bir ömür, öylece oturayım. 

Baharım; ömre ömür, gönlüme ılık rüzgâr... 
Yaz’ım yakar sevdamı, duysana maral, ey yar! 
Kış’ım, sardı bedeni, sızlanan bu ihtiyar. 
Gençlik geçti an gibi, dizlerime vurayım.

Tayyar Yıldırım

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.