BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

Osmanlıca İmla Müfredatı isimli bir kitap var elimde bir süreden beri. Yazarı Muhmmed Ali Ensari. Hayrat Neşriyat yayınlarından. Osmanlıca öğrenmek isteyenler veya biraz bilip de ilerletmek isteyenler için hazırlanmış güzel bir eser.

Osmanlıca Türkçeden ayrı bir dil değil. Osmanlı Türkçesi denilse daha uygun düşecek. Anlayacağınız Osmanlıca adı, duyanlarda İngilizce, İspanyolca, Farsça gibi ayrı bir dil algısı oluşturuyorsa da bu tamamen yanlış; çünkü Osmanlıca Türkçemizin 1928’e kadar Arap harfleriyle yazılıp okunanı.Kitabın takdiminde bu yanlış algıdan bahisle denilen şu: ”Ne gariptir ki tamamen bize ait olan ve günümüzde artık Osmanlıca ta’bir edilen tarihi Türkiye Türkçesini bir yazı dili olmaktan öte ayrı bir dil zannedenlerimizin sayısı maalesef hiç de az değildir.”

        Kitap dokuz bölümden oluşuyor: Osmanlıcada Türkçe unsurlar, Ekler, Arapça unsurlar, Farsça unsurlar, Ek bilgiler, hüsn-i hat, metinlerin okunuşlar ve Osmanlıca okuma metinleri.  

        Büyük bir ilgiyle takip ederken ikinci bölümün sonuna konulan vize imtihanı sorularına takılıyorum. Son soru çeviriye ayrılmış. Aşağıdaki metni şimdiki yazıya çeviriniz. Diğerleri harflerle kelimelerle ilgili. Onlar dursun, şu çeviriyle kendimi bir deneyeyim derken metnin dikkat çekicilik bakımından mükemmel diyebileceğim başlığıyla karşılaştım: Bu Kimin İşi?

        Bu küçük hikayeyi okuyunca bugün yaşadığımız ve zaman zaman eleştirmekten çekinmediğimiz kangren olmuş toplumsal birçok sunun nedeni için ‘kapa çeneni, nedeni sensin!’ dercesine manzara konulduğunu fark ettim. Hikaye şundan ibaret:

 

        “Bu hikaye herkes, birisi, herhangi biri ve hiç kimse adlı dört kişi hakkındadır. Yapılacak önemli bir iş vardı ve herkesten bunu yapması istenmişti. Herkes bu işi birisinin yapacağından emindi. Herhangi biri onu yapabilirdi; fakat hiç kimse yapmadı. Birisi buna kızdı; çünkü bu herkesin işiydi. Herkes bunu herhangi birinin yapabileceğini düşündü; fakat hiç kimse bu işi herkesin yapamayacağının farkına varmadı. Sonunda herhangi birinin yapabileceği işi hiç kimse yapmazken, herkes birisini suçladı.”

 

        Alın elinize bir gazete rastgele birkaç köşe yazısı okuyun, hikayenin etkisini ve gücünü daha iyi anlayacaksınız bundan emin olabilirsiniz. Adam neyi eleştiriyor, kimi suçluyor?  Eleştiren, hele şimdi eleştiriden çok suçlayan, bir yönüyle hikaye kişilerinden biridir ve var olan bir problemin çözüm mekanizmalarında bir hisse etkili olabilme potansiyeli taşımaktadır.                                                              

        Zaman zaman ibretlik olaylar meydana geliyor. Mesela büyük bir şehrin kalabalık bir caddesindesiniz. Kaldırımlar insan seli. Herkes bir yerlere yetişme telaşında. Bir araç dalgın, dikkatsiz bir yayaya çarpıp yoluna devam edip gidiyor. Adam düştüğü yerde acı içinde kıvranıyor. Adamı görüyorsunuz, ona çok yakınsınız; ama bir dakika bile gecikmeye asla gelmez bir iş peşindesiniz. Nasılsa birisinin ambulans çağıracağını, adama yardım edebileceğini düşünerek adımlarınızı daha hızlı atarak geçip gidiyorsunuz. Aynı şeyi aynı anda nasılsa yardım edeceğini düşündüğünüz birileri de düşünüyor. Adam beklide kan kaybederek kıvranmaya devam ediyor. Onun için değil dakikalar saniyeler, saliseler bile önemli olabilir. Orada o anda bulunan herkes için adama yardım etmekten daha önemli bir iş yoktur. Oysa herkes işin önemine inanmakla birlikte bunu birisinden, birisi diğerinden beklemekte, beklemek şöyle dursun bir adım öteye geçmiş suçlamaktadır. Kendi meşrebine göre suçlayacak birini çoktan bulmuştur bile.

        Bir yerde yangın çıkar, durum budur. Birisine haksızlık yapılır hatta cinayet işlenir aynı hal. Çoğu zaman olay mahallindeki tavrımızın bu küçük hikayenin kişilerinden hiçbir farkı yoktur. Hikayedeki “ Sonunda herhangi birinin yapabileceği işi hiç kimse yapmazken, herkes birisini suçladı.” cümlesinin ifade ettiği gerçek bir kez daha tecelli etmiştir, o kadar! Tam bir doğu klasiği…

        Kaldırımlara, merdivenlere tükürmemek, çöp atmamak herkesin azami dikkat etmesi gereken bir kural ve bu kuralı ihlal edeni uyarmak da gene hepimize aynı mükellefiyeti getirmiyor mu?

        Velhasıl ilgi duyanlar için bahsettiğim kitaptan fotoğraf makinesi marifetiyle buraya taşıdığım bu küçük hikayenin birçok bakımdan sabahtan akşama ağzını açınca birilerini suçlamaya çalışan toplumlara mükemmel surette ayna tuttuğunu görüp aynadaki halimize bakarken de acı acı gülümsemekten kendimi alamadım.

             

        Ayağımıza gelen topla oynamadan taca atmak gibi her yerde her olumsuzluğa suçlu aramak yerine sorumluluk denilen ulvi duygudan nasiplenmek adına o soruyu bir kere sormakta yarar var diyorum.

 

        Sahi, bu kimin işi?

 

        Selamların en güzeliyle…     

        Hacı Halim Kartal                   04 Kasım 2013

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.