BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

Dershane- Okul…

 

Dershane okul ikiliğinin; liselerin son sınıflarında okuyan, dershane-okul arasında sıkışmış, hangi tarafın ödevlerini yetiştirme konusunda hocasına göre bir ayarlama yoluna giden; ama daha çok ‘okul ödevleri yapılmasa da olur’ yolunu tutan öğrencileri ne hale getirdiğini bu okullarda çalışmayan bilmez.

 

Okul, aynı zamana dershaneyi ortaya çıkaran açığı kapatmak üzere yapılandırılarak eğitim-öğretim birliğini, ahengini bozan, öğrenciyi cendereye sokan bu ikilik bitmeli, bitirilmeli bana göre.

 

Neden mi?

 

Okulun programıyla dershaneninki uyumlu olmuyor. Dershane do teline basarken okul fa telinden ses çıkarmaya uğraşıyor. Okul öğrencinin spor, sanat vb. alanlarda da yeteneklerini geliştirmeye uğraşıyor; dershanelerin genelde böyle bir çalışması olmuyor,  her bir konudan belli sürede belli sayıda soru çözmesini istiyor. Okul, her ders için planlanan etkinliklerin yapılması için öğrencinin hazırlık ve araştırma yapmasını istiyor; öğrenci okul saatlerinde bulabildiği her fırsatta dershanenin talepleri doğrultusunda çözeceği soru sayısına odaklanıyor. Okulda bir derste edebi metinlerin okunmasıyla yapılacak bir çalışma, zihni  dershanenin istekleriyle okul programlarının gerekleri arasında bölünmüş öğrenciyi huzursuz ediyor. Temel nedenler bunlar. Örnekler çoğaltılabilir.       

 

Bu veya buna benzer nedenlerle bir lisede öğrencilerin çoğunun dershanelere gittiği bir sınıfta (özellikle son sınıflar) ağız tadıyla ders anlatmak düşmandan kale almakla eşdeğer hale gelmiştir bugün. Olayın vahametini anlamak için Küçük bir araştırma kafi gelebilir. Liselerde çalışan öğretmenler için bu durum tarifsiz bir işkence, kapkara bir zulümdür.

 

Umutla girdiği bir sınıfta güler yüzlü öğrencilerle karşılaşıp yüksek bir moralle derse başlamaktan daha güzel ne olabilir bir öğretmen için? Gelin görün ki bu ikilik yüzünden liselerin son sınıflarında öğretmeni mutluluktan uçurmaya yarayacak bu güzellikler nadir bahtiyarlıklardan oluyor.

 

 Sabahın köründe bir kısmı sıralarda uyuklayan, bir kısmı dershanedeki sınavda karşılaştığı bir soruyu tartışan, bir kısmı hala dershanenin ödev olarak verdiği soruları tamamlama derdine düşmüş; zilin çaldığını, sınıfa bir öğretmenin girdiğini tepesine dikilip uyarıncaya kadar fark etmeyen öğrencileri görünce ne hale geldiğini, üstelik bu hal neredeyse her gün yaşanan hadiselerdense bir programı icra etmek, hazırlığını sunmak üzere işine başlayacak bir eğitimcinin ne hissettiğini tasavvur edebiliyor musunuz? Ben bunları yaşadım. Eksiği yok, fazlası var.

 

Hele sınavlar… Sınavlar tam bir sinir harbidir. Okul derslerine bir türlü kendini veremeyen öğrencilerin, sınavlarda onca açığını yüksek notlarla kapatma telaşına düşüp ortamı bir şekilde kopya çekilmesine uygun hale getirmek için nasıl canhıraş bir gayrete girdiklerini bilirim. Kimi öğrenciler hak etmediklerinden fazlasını bile almayı başarırlar böyle sınavlarda. Çalışanlar büyük bir hak kaybına uğrarlar her defasında. Hakketmediği halde türlü arsızlıklarla yüz puan alacaklar karşısında çalışanların mağdur olmaması için ona iki yüz vermeniz gerekir ki bir sınavdan öğrencinin alabileceği en yüksek not yüzü geçemez.

 

Okul –dershane ikiliği maalesef öğrencileri bu hallere düşürmüştür. Öyle ki öğrenci okulu, belli bir zaman sonunda diploma düzenleyen bir sekreterlik gibi algılamaya balar. Okul ara sıra gidilen, sıkça kaytarılan, gönül eğlendirilen, gövde gösterisi yapılan, hava atılan mekanlardır artık.

 

Dershaneler, öğrencinin yetişmesinde asli işleve sahip olan  okulu değersizleştirmiş; buraları, sadece belli bir sürenin sonunda formalitelerin tamamlanması için kullanılan ve son sınıfta ara sıra uğranılan mekanlar haline getirmiş; sonuçları açıklanan her sınavın ardından yapılan medyatik şovlarda liselerin adı sanı kaybolmuş, sıfırlanmıştır.

 

Yazık…

 

Birliğin bozulmasının müsebbibi dershaneler değil, sistemdeki çarpıklıkların sonucudur; lakin bu ikiliğe de bir son verme zamanı da gelmiştir. Tabiî ki okulları  ve topyekun eğitim sistemini, dershaneleri doğuran nedenleri ortadan kaldıracak bir işlevselliğe kavuşturarak, dershaneleri eğitimin temel dinamiğine katarak... 

 

Mevcut durumun ıslah edilmeden devam etmesini istemek, öğretmenlere de öğrencilere de velilere de millete de zulüm değil midir?

 

        Ahmet Taşgetiren’in 24 Kasım’da “Asıl Meseleyi Konuşmak” başlıklı yazısındaki beğendiğim şu cümlelerle bitiriyorum.

 

        “Olay bana göre, siyasetten de öte bir meseledir. Bir Türkiye meselesidir. Onun için hükümet her çevreden hizmet gruplarına, hizmet grupları da hükümete kendi özel alanlarının ötesinde bir geniş yüreklilikle “Gelin asıl meseleyi konuşalım” demelidir.

         Ana mesele… Eğitimin kökten sağlıklı hale gelmesi.”

 

        İkiliğin getirdiği bir dirliksizliğin bitirilmesinde hayır umanlardanım. Kazanan Türkiye olsun.

 

        Selamların en güzeliyle…

 

        Hacı Halim Kartal    

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.