BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

“Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan…” Necip Fazıl Kısakürek

 

        Bilincimde gurbete açılan bir kapı olarak yer etmiştir eylül; çünkü ilk okuldan sonra ilk ayrılığı bir eylül ayının sonlarına doğru yaşadım. Sonra her eylülün bir anlamının öğrenciler, öğretmenler ve hayatını gurbete çıkarak kazananlar için göç mevsimi olduğunu yaşayarak öğrendim. Bu nedenle Faruk Nafiz Çamlıbel’in Han Duvarları’nda söylediği

        “İlk sevgiye benzeyen ilk acı ilk ayrılık

        Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık” mısraları ezberlediğim ilk şiirlerdendir.

 

        Harman sonları rahmetli annemle bağa giderdik. Bağ bozumu öncesi bu gidişlerimizde daha çok badem toplardık. Hiç sevmezdim badem toplamayı; çünkü ağaçlar bağdan toplanan irili ufaklı taşlarla yapılmış duvarların dibinde idi ve güçlükle indirebildiğimiz bademlerin bir kısmı duvar taşlarının üzerine düşer, çoğu kaybolur; bir kısmı da ağaçların diplerini kaplayan kurumuş otlar ve dikenler arasına düştüğü için toplama işkenceye dönüşürdü. Bazen bir ağacın her yerimi çizik çizik çizen tırmalayan dallarında son bademleri düşürmeye uğraşırken rahmetli çok sevdiği ‘Şol cennetin ırmakları’ ilahisini okumamı isterdi, ister bir ilahi ister Kur’an’dan birkaç ayet olsun makamıyla bunları okuma konusunda hala devam eden ürkekliğimi yenebilir de okursam çok mutlu olurdu.

 

        Bilirdim ki bademler toplandıktan sonra ayrılık günleri epeyce yaklaşmıştır. Çoğu zaman bağ bozumu bu ayrılıktan sonra olurdu. Artık bağdayken dönüp bakmadığımız çeşit çeşit renk renk salkımların hayaliyle avunurduk okulla yurt arasında kentin insan seli caddelerinde, kaldırımlarında gidip gelirken.

 

        Eylül sonları büyük bir hareketlilik başlardı memlekette. Eski garajdan Beyşehir – Konya yönüne giden eski otobüslerin üstleri bavullar, çuvallar ve irili ufaklı balyalarla dolardı, onca eşya nasıl yerleştirilirdi hala şaşarım. Nihayet her şeye bir şekilde yer bulunur onca bağrık çığrık arasında otobüsün sanki hiç hareket etmeyeceği düşüncesine kapılan yolcular yavaş yavaş sakinleşir, yolculuk başlardı.

 

        Evet, eylüller ayrılıktı; ama her ayrılık yeni bir hayata doğmak içindi. Elbette her ayrılıkta bir hüzün olurdu, işin doğası buydu. Her tohumun toprakla buluşması da bir yolculuk değil miydi? Kainat kitabında Allah her şeyi anlatıyordu. Semavat ve arzında yarattığı her şey, her renk güzeldi, tek hale, tek renge takılıp kalmak parmak ucunu görüp de gösterdiği istikamete bakmamak gibi bir şeydi yahut parçayı ait olduğu bütünde düşünememekti. Evet, ayrılık diye bir şey vardı; ama ayrılıkları vuslatlardan ayrı düşünmek doğru olmazdı.

 

        İşte bir defa daha geçiyoruz ömür trenimizle eylül isimli aynı istasyondan. Yollardaki her iz bizi ister istemez önceki yolculuklarımıza götürüyor, önceki yolculuklarda beraber olduğumuz yol arkadaşlarımızı hatırlıyoruz. Hepsi, her şey daha dün gibi; ama yoklar. Şimdi yeni yol arkadaşlarımızla devam eden yolculukta hangimizin hangi istasyonda ineceği belli değil. Bildiğimiz yalnızca bu ve önemli olan yolculuğun her anını nasıl değerlendirdiğimiz.    

        Eylüllerin ayrılıklara, ayrılıkların gurbetlere, gurbetlerin de hüzünlere bakan yüzleri vardır, biliriz. Bunları hayatın en tabii halleri olarak göreceğiz. Ahmet Hamdi Tanpınar, “Başka mevsimlerde belki biz şair oluruz; fakat sonbahar kendisi şairdir.” demiş. Haklı. Günler geceler boyu bu şairi dinlerken elbette duygusallığımız artacak; kainata bakışımız değişecek, ruhlarımıza bir incelik, davranışlarımıza bir şefkat, merhamet gelecek, gelmeli de.

        Bir büyük değişimi müşahede ederken biz kendimizi ne kadar değiştiriyor, buna kendimizi nasıl hazırlıyoruz, ulaşabileceğimiz en iyiye, en güzele ve en doğruya ulaşma çabamız var mı, zamanımızı ve imkanlarımızı nasıl kullanıyoruz?... Cevabı aranacak doğru sorular şimdilik bunlar. Yoksa Yıldırım Gürses’in bir şarkısında belirtildiği gibi ‘yine mevsimler geçecek, yine yapraklar düşecek’. Bunlara takılıp da ‘ben ne yapıyorum?’a geçememek tehlikeli. Her an bizi bir iyiliğe ve hayra ulaştıracak bir iş tutup her gün yeni bir şey öğrenme, bir yaraya merhem olma, bir acıyı dindirme çabası değişmez gündemimiz olmalı.

        Mesnevi’ne “Dinle neyden çün şikayet etmede/ Ayrılıklardan hikayet etmede” beytiyle başlayan Hz. Mevlana işin sırrını öğrenen ve öğretenlerdendir. O’na göre mutluk Allah’ın  kainatta işleyen yasasına can u gönülden teslim olup bu yasaya göre çalışan bütünle uyumlu işleyen bir parça olabilmektir. Böyle olunca nere gidersen git, nereden gelirsen gel; ayrılık ne ki! Allah’a aitsin ve O’nun mülkündesin. Diyor ki:

“Her gün bir yerden göçmek ne iyi,                                                 

Her gün bir yere konmak ne güzel!                                              

Bulanmada, dolanmadan akmak ne hoş!                                 

 Dünle beraber gitti cancağızım                                                   

 Ne kadar söz varsa düne ait                                                     

Şimdi yeni şeyler söylemek lazım”

            Selamların en güzeliyle…

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.