BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

Irklarla, türlerle bir sorunumuz olamaz. Sorun zihinlerde, zihniyetlerde. Yoksa Allah’ın yarattıklarına kafa tutmak olur bir ırkı veya bir hayvan türünü potansiyel suçluymuş gibi görmek. Dahası haksızlıktır.

 

        Günlerdir Ermeni kelimesi ağızlardan düşmez oldu. Böyle giderse düşecek gibi de görünmüyor. Konuşa konuşa da bilinçaltımızda bu ırkın mensuplarına karşı yıkılmaz kin ve nefret kaleleri yerleşiyor. İsmini işitmek bile tansiyonumuzu yükseltmeye yetiyor. Oysa sorun Ermeni değil, Ermenilik yahut daha amiyane bir tabirle domuz değil, domuzluk. Bilinçaltımıza yerleşen şekliyle her türlü alçaklığın karşılığı olan Ermenilik yalnızca Ermenilere ait bir özellik midir? Her ırkın mensupları içinde Ermenilikten daha beter şenaatleri işleyebilenler yok mudur?

    

        Mesela Osmanlı Devleti’ni ‘hasta adam’ makamında görüp kendilerini olası bir ölümün ardından en meşru ‘varis’ hayallerine kaptıranların, hastanın ölümünü çabuklaştırmak için içimizdeki Ermenileri silahlı isyana azmettirmelerinin Ermenilikten aşağı kalır bir tarafı var mıdır? Yüz yıl önce yüz yıl sonra... Eli kanlı katillerin harap ettikleri mülklerin, döktükleri kanların hesabını bilen var mıdır? Yüz yıl önce milletimizin üzerine çullananların iştahları Papanın işaret fişeğiyle yeniden kabarmışa benziyor. Olan budur ve bir ad koymak gerekirse yapılan siyasi ‘domuzluk’ tan başka bir şey değildir asıl mesele göründüğü kadarıyla.

   

        Bazılarının bazı şeyleri domuzluğuna yaptıkları, gerçekleri domuzluğuna çarpıttıkları, şeytanlara kuyruklarıyla yol gösterenler kendileri iken ötekileştirdiklerini suçlamaları o kadar aşikar ki... Tıpkı şu meşhur fıkrada olduğu gibi.

 

        Hani bir kışlada komutan askeri ve yaşadığı mekanları denetlemektedir. İşte bu denetleme esnasında bir koğuşta o yaşına kadar görmediği bir durumla karşılaşır. Askerlerden birin yatağının baş ucuna bir çerçeve asılıdır ve çerçevedeki resim de teftişi yapan komutanın kendisidir. Komutan bu durumdan oldukça memnun bir gururla sorar: Evladım bu resmin kime ait olduğunu biliyor musun? Askerin bakışları komutanla çerçeve arasında bir süre gidip gelmiş ve komutanı sorduğuna soracağına bin pişman eden şu cevabı verir: Komutanım resmin kim olduğunu biliyorsun da domuzluğuna soruyorsun!  

 

        Bir Cihan Harbi’nin şartlarında iç istikrarını sağlamak üzere aldığı bazı tedbirler sebebiyle suçlanacak biri olsa bile Osmanlı, onu suçlayanların sicillerinin tertemiz olması gerekmez miydi? Anadolu’ya, harim-i ismetimize uzanan el kimin eliydi? Adana’da, Gaziantep’te, Kahramanmaraş’ta, Şanlıurfa’da; Artvin’de, Erzurum’da, Kars’ta ne işleri vardı? Antep’te korkudan bir değirmene sığınan çocukları bile hunharca katleden katran karası bir zihniyet nasıl olur da hesap sorma, suçlama mevkiinde olabilirdi? Oluyordu işte; bunda yadırganacak bir şey yok aslında. Tabiatlarının gereğini yerine getirmeye çalışıyorlar sadece. Bu millet Moskof’undan- Yunanından, Bulgar’ından- Sırp’ından, Fransız’ından-İngiliz’inden nice mezalim gördü, neler neler kaybettiği halde, Ermeniliği yaşama biçimi haline getirenlerin yaptıklarına tenezzül etmedi, vakarından bir şey kaybetmedi.

 

        Mehmet Akif Ersoy’un Hakkın Sesleri’nde tasvir ettiği bir tablo vardır 1913’te yaşanan Balkan faciaları ile ilgili. Bunu domuz yapabilir mi? Lakin amaç domuzluksa pekala mümkün hale gelebiliyor.

 

“Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım: 
Elemim bir yüreğin kârı değil paylaşalım: 

Ne yapıp ye'simi kahreyleyeyim bilmem ki? 
Öyle dehşetli muhîtimde dönen mâtem ki! 

Ah! Karşımda vatan nâmına bir kabristan 
Yatıyor şimdi Nasıl yerlere geçmez insan? 

Şu mezarlar ki, uzanmış gidiyor, ey yolcu, 
Nereden başladı yükselmeye, bak, nerede ucu! 

...
Azıcık kurcala toprakları, seyret ne çıkar: 
Dipçik altında ezilmiş, parçalanmış kafalar! 

Bereden reng-i hüviyetleri uçmuş yüzler! 
Kim bilir hangi şenaatle oyulmuş gözler! 

«Medeniyet» denilen vahşete lânet eder, 
Nice yekpâre kesilmiş de sırıtmış dişler! 

Süngülenmiş, kanı donmuş nice binlerle beden! 
Nice başlar, nice kollar ki, cüdâ cisminden! 

Beşiğinden alınıp parçalanan mahlûkât; 
Sonra nâmusuna kurban edilen bunca hayat! 

Bembeyaz saçları katranlara batmış dedeler! 
Göğsü baltayla kırılmış memesiz vâlideler! 

Teki binlerce kesik gövdeye âid kümeler: 
Saç, kulak, el, çene, parmak Bütün enkaz-ı beşer! 

Bakalım, yavrusu uğrar mı, deyip, karnından, 
Canavarlar gibi şişlerde kızarmış nice can! 

İşte bunlar o felâket-zedelerdir ki, düşün, 
Kurumuş ot gibi doğrandı bıçaklarla bütün! 

Müslümanlıkları bîçârelerin öyle büyük 
Bir cinâyet ki: Cezâlar ona nisbetle küçük! 

Ey bu toprakta birer nâş-ı perişan bırakıp 
Yükselen, mevkib-i ervâh! Sakın arza bakıp 

Sanmayın: Şevk-ı şehâdetle coşan bir kan var 
Bizde leşten daha hissiz, daha kokmuş can var! 

Bakmayın, hem tükürün çehre-i murdarımıza! 
Tükürün: Belki biraz duygu gelir ârımıza! 

Tükürün cebhe-i lâkaydına Şark'ın, tükürün! 
Kuşkulansın, görelim, gayreti halkın, tükürün! 

Tükürün milleti alçakça vuran darbelere! 
Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere! 

Tükürün Ehl-i Salîb'in o hayasız yüzüne! 
Tükürün onların aslâ güvenilmez sözüne! 

Medeniyet denilen maskara mahlûku görün: 
Tükürün maskeli vicdânına asrın, tükürün!”

 

        Dünyanın kaç bölgesi asırlar içinde kaç defa şiirde anlatılanlardan bin beterine şahit oldu, olmaya da devam ediyor. Şimdi dünya yüzünde küçücük bir menfaatleri için her yolu mubah, her canlının kanını kendileri için helal gören bir zihniyet domuzluk değil de nedir?

 

        Selamların en güzeliyle...

        

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.