BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

 

         Rahman olan, Rahim olan, Mumin olan, Settar olan, Ğaffar olan, Ğani olan, Yüce Allah (c.c.),  âlemleri yoktan var eden, yarattığı mahlûkat içinde insani en şerefli ve mükerrem kılan, Âdemoğlunu ilahi halifesi olarak yaratıp akıl cevheri ile bezeyen, Yüce Allah (c.c.)’a hamd, kıyamet gününde Ümmeti! Ümmeti! Diyerek bizleri şefaatiyle kucaklayan Muhammet Mustafa (s.a.v.)’ya, O’nun aline, ezvacine, ashabına, ahbabına salât ve selâmdan sonra son bölümümüze devam edelim inşallah…

         Payemi Sefa; Bir milleti yok etmek isterseniz, askeri istilaya gerek yok onları dininden soğutmak ve dolayısıyla manevi değerlerden uzaklaştırılması yeterlidir diyor. Oysa asrımızda gerek manevi değerlere ve gerekse insanlığa yapılan bunca hakarete kötülüğe karşı tek ve eşsiz liderimiz Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin Ebu Hureyre (r.a.)’nin rivayetine göre şöyle buyurmuşlardır: “Benim misalimle sizin misaliniz, şu temsile benzer: Bir adam var ateş yakmış. Ateş etrafı aydınlatınca, pervaneler (gece kelebekleri) ve aydınlığı seven bir kısım hayvanlar bu ateşe kendilerini atmaya başlarlar. Adamcağız onları kurtarmaya mani olmaya çalışır. Ancak hayvanlar galebe çalarak çoklukla ateşe atılırlar. Ben (tıpkı o adam gibi) ateşe düşmememiz için belinizden yakalıyorum, ancak siz ateşe ateşe koşuyorsunuz." 

       İnsanlığın bu derece yok olduğunu gördükçe, ya noldu bizim benliğimize, biz böyle olmamalıydık. Hani Sevgili Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Veda Hutbesinde, Arafat’ta, Cebeli Rahme de dünya kapısının kapanacağı güne kadar var olacak “İNSAN HAKLARI BEYANNAMESİNİ” irad ederken Ey İnsanlar! Rabbim beni sizden Ey Kullarım! Muhammed Mustafa (s.a.v.) Peygamberlik vazifesini ifa ettim mi? diye sorduğunda. Ne dersiniz buyurunca. Ashabı Kiram (r.a.) hep bir ağızdan gözlerinden yaşlar dökerek evet Peygamberlik vazifenizi hakkıyla ifa ettiniz, tebliğ ettiniz nidaları üzerine dağları taşları ağlatan sözleriyle bir zamanlar susuz kalan ashabına mübarek parmağından Rabbimin emriyle suları şarıl şarıl akıttığı, o Şahadet parmağını gökyüzüne kaldırarak; Şahid ol Ya Rab! Şahid ol Ya Rab! Şahid ol Ya Rab! Emrine uyacaktık…

         Hani Allah (c.c.)’ın evi olan mescitlere dil uzatmayacaktık. Hani Hz. Peygamber (s.a.v.)’e, Hz. Aişe (r.ah)’ye, Hz. Fatıma (r.ah)’ya dil uzatmayacaktık. Hani Yaratılanı yaratandan ötürü sevecektik düsturuyla taş atana gül atacaktık…

         Hani dini, milli, ilmi değerlerimize hakaret edenleri, hor görecektik… Leyse minna diyecektik…

         Hani insanlara dostlara muhabbet besleyecektik… El ele, kol kola olacaktık…

         Hani Rabiatül Adeviyye (r.a.) Ya Rab; sen bana dost ol tüm dünya küsse umurumda değil dediği gibi bizlerde Rabbimizle dost olacaktık, barışık olacaktık, tanış olacaktık hani ya...

Var mı bu benliği taşıyan… Veya taşıyanlar…

         Hani cennet var diyoruz amma;  cennet için çalışanlar ne kadar…

         Hani cehennem var diyoruz amma; cehennemden uzaklaşmaya çalışanlar ne kadar…

         Oysa bizleri yoktan var eden, şekil veren, rızık veren, nefsimizin, neslimizin, yaratıcısı olan Hz. Allah (c.c.)’a karşı kulluğumuzu kötülüklerden ne kadar uzak tutabiliyoruz…

         Görebiliyor muyuz? Baba ile evladın, karı ile kocanın, Vatan ile milletin arasının ne kadar barışık olduğunu…

         Peki, ne zaman ve nerede bıraktık insanlığımızı? Yâda kim sebep oldu ki kaybetmelerimize? Oysa insanlığımızı uyandırmak için bile, birilerinin bağırıp çağırması gerekmesi ne acı bir durumdur değil mi? 

         Ama başınız pardon ‘BAŞIMIZ’ sağ olsun İskeletli bedenimizin yanında aldığımız bir acı habere göre; maalesef İNSAN “LIK” DA ÖLDÜ! Rabbimizin insanlara, sunduğu Hz. Muhammet Mustafa (s.a.v.)’in şifa eczanesinden ikram ettiği emirlerden mahrum olunduğu için kötülüklerle pençeleşen insanlık, çoktaaaan dünya kapısını kapayarak hayata veda etmiş ve dünya hayatına gözlerini yummuştur. İnsanlık öldü mü? Diye insanların sayısı az olsa da! Rivayete göre Hz. Ömer (r.a.) arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girip derler ki, ey halife, bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü. Ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin. Bu söz üzerine Hz. Ömer suçlanan gence dönerek söyledikleri doğru mu? Diye sorar, Suçlanan genç der ki evet doğrudur. Hz Ömer (r.a.) Anlat bakalım nasıl oldu? Diye sorar? Bunun üzerine genç anlatmaya başlar, ben bulunduğum kasabada hali vakti yerinde olan bir insanım ailemle beraber gezmeye çıktık, kader bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi. Hayvanlarımın arasında bir güzel atım var ki dönen bir defa daha bakıyor, hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyve koparmasına engel olamadım, arkadaşların babası içerden hışımla çıktı, atıma bir taş, attı atım oracıkta öldü. Nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir taş attım, babası öldü. Kaçmak istedim fakat arkadaşlar beni yakaladı, durum bundan ibaret, dedi. Bunları duyan Hz Ömer (r.a.) söyleyecek bir şey yok, bu suçun cezası idam. Madem suçunu da kabul ettin, deyince delikanlı söz alarak efendim bir özrüm var, diyerek konuşmaya başladı ben memleketimde zengin bir insanım, babam rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı. Gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım. Şimdi siz bu cezayı infaz ederseniz yetimin hakkını zayi ettiğiniz için Allah (c.c.) indinde sorumlu olursunuz, bana üç gün izin verirseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu üç gün içinde yerime birini bulurum, der. Hz. Ömer (r.a.) dayanamaz der ki sen yabancı birisin, senin yerine kim kalır ki? Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar, der ki bu zat benim yerime kalır. O zat Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin en iyi arkadaşlarından daha yaşarken cennetle müjdelenen Amr Ibni As'dan başkası değildir. Hz. Ömer (r.a.) Amr'a dönerek, Ey Amr delikanlıyı duydun, der. O yüce sahabe evet, ben kefilim der ve genç adam serbest bırakılır. Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur. Medine’nin ileri gelenleri Hz. Ömer (r.a.)’e çıkarak gencin gelmeyeceği, dolayısıyla Amr Ibni Asa verilecek idam yerine maktulün diyetini vermeyi teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz derler. Hz. Ömer (r.a.) kendinden beklenen cevabı verir der ki. Bu kefil babam olsa fark etmez cezayı infaz ederim. Hz. Amr Ibni As ise tam bir teslimiyet içerisinde der ki biz de sözümün arkasındayız. Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür. Hz. Ömer (r.a.) gence dönerek der ki evladım gelmeme gibi önemli bir nedenin vardı neden geldin? Genç vakurla başını kaldırır ve (günümüz kulakları küpeli, saçları dikenli, kolları döğmeli, donları düşük insanları için pek de önemli olmayan)  “AHDE VEFASIZLIK ETTİ” demeyesiniz diye geldim der. Hz. Ömer (r.a.) başını bu defa çevirir ve Amr Ibni Asa der ki ey Amr, sen bu delikanlıyı tanımıyorsun, nasıl oldu onun yerine kefil oldun? Amr Ibni As  (r.a.)  Allah (c.c.) kendisinden ebediyyen razı olsun, vakurla kanımızı donduracak bir cevap verir, bu kadar insanın içerisinden beni seçti. “İNSAN “LIK” ÖLDÜ” dedirtmemek için kabul ettim der. Sıra gençlere gelir, derler ki biz bu davadan vazgeçiyoruz. Bu sözün üzerine Hz Ömer (r.a.) ne oldu, biraz evvel babamızın kanı yerde kalmasın diyordunuz ne oldu da vaz geçiyorsunuz? Der. Gençlerin cevabı da dehşetlidir. “MERHAMETLİ İNSAN KALMADI DEMEYESİNİZ” Diye! Yaaa dostlar ne kadar ibret alınması gerekir. Var mı? Allah için böyle dost. Ben şahsen hiç göremedim hatta mangalda kül bırakmayanlar dâhil.

         Ama unutmayalım ki bugün için insanlık ölmüşse de, onun ilkeleri akıllara durgunluk verecek bir canlılıkla dünya var oldukça aramızda yaşamaya devam edecektir. Efendimiz (s.a.v.) de, “Bütün insanlar hata eder. Hata edenlerin en hayırlısı ise, çokça tevbe edenlerdir.” sözleriyle, İslam’a, İslam’ın insanına, camisine, ezanına, dinine, diyanetine, milletine, devletine, bayrağına karşı işlemiş oldukları hatadan dolayı tevbe etmelerini istirham ediyorken, âcizane şu yemek tarifini lütfen ama lütfen okuyan bay veya bayan din kardeşlerimden rica ediyorum gereği gibi pişirip dağıtalım. Ve yorumlayalım…

Yemeğin Adı                 : İNSANLIK

Gerekli olan malzeme!
Bir Ölçek                      :  Günaydın,
İki ölçek                        :  İyi günler,
Birazcık                        :  İlgi,
Bir Tutam                   :  Anlayış,
Kararınca                      :  Nezaket,
Bir tatlı kaşığı               :  Hoşgörü,

Hazırlanışı!

         Malzemeyi iç dünyanızdan alın, yıkamaya gerek yoktur, çünkü malzemeniz nasılsa temizdir. Gönül teknenizde nazikçe karıştırın. Kokusu her yanınıza sinince, içine duygu şerbeti ekleyip karıştırın. Karışımı hayat tabağının üzerine yavaşça yerleştirin. Üstünü sevgi marmelâdı ile süsleyin. Bir kaç parça gökkuşağı rengi ile süsleyin. Doya doya sadece kendiniz değil, herkese yedirip ve yeyiniz! Çünkü paylaşıldıkça çoğalır bu yemek. İnsanlara, dostlara, okuyanlara, afiyet olsun.  (Alıntı) Selam ve Dua ile…

 

 

 

                                                                                                                     Yusuf ÇAKICI

                                                                                                              Yalıhüyük / KONYA

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.