Biz, "çobanların oylarının değerli olup olmadığına" odaklanmışken; okumuş yazmış, ömrünü ilme vermiş olan alimlerin hallerini gözardı ediyoruz.
Atalarımız bunu şöyle yorumlamışlar.
"Yukarıda atlar tepişirken, ezilen ise çimenler oluyor."
İki tıp profesörü çıkıyor; birisi, "sütün sağlığa zararlı olduğunu", diğeri ise "sütün insan vücudu için vazgeçilmez bir besleyici" olduğunu savunuyor.
İki hukuk profesörü çıkıyor; birisi, bir olaydan dolayı "tutuklamanın insan haklarına aykırı olduğunu", diğeri ise aynı olayın müsebbibinin "müebbetle yargılanması gerektiğini" savunuyor.
İki siyasetçi çıkıyor; birisi, anayasa değişikliği için "rejimin değişmesi olduğunu, evet diyeceklerin vatan haini olduklarını", diğeri ise bu değişikliğin "ülkemiz için çok gerekli bir şey olduğunu, hayır diyenlerin terörist olduklarını" savunuyor.
İki gazeteci çıkıyor; birisi bir olayın neticesinde ortaya çıkmış ceset ve kan revan görüntülerini gazeteye, görsel medyaya çıkarmanın “gazetecilik olduğunu”, diğeri ise aynı görüntüleri yayınlamanın “insanlık dışı bir durum olduğunu” savunuyor.
İki vatandaş çıkıyor; birisi yukarıda birinci sırada saydığımız bütün değerlendirmeleri “kendisinin de aynı şekilde değerlendirdiğini”, diğeri ise “ikinci sırada yapılan değerlendirmelerin aynısını kendisinin de kabul ettiğini” savunuyor.
Hani diyoruz ya sürekli olarak:
"Okumuyoruz, okusak öğreneceğiz, gerçeklerle yüzleşeceğiz ama gel gör ki okumuyoruz. Okumayınca da başkaları ne der ise söylenenlerin peşinden koşuyoruz. Bakın diğer ülkelerde öyle mi? Onlar okuyorlar. Onların okuma yazama oranları şöyle, kitap okuma oranları böyle, ya bizim oranlarımız..?"falan diyerek kendi savunduklarımıza kılıf uydurmaya çalışıyoruz.
İyi de güzel kardeşim. Yukarıda bahsettiklerimizin hepsi okumuş yazmış insanlar. Profesör kariyerli hocalar... Onlar da mı okumadan yazıp çiziyor, okumadan, bilmeden konuşuyorlar?
Hülasa sıkıntılıyız vesselam.
Tayyar Yıldırım
