BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

Bu kelimeleri ne zaman duysam Reşat Nuri’nin Anadolu Notları adlı eserinde Ömer Seyfettin’le ilgili bir anekdotta ünlü hikâyecimizden naklettiği şu cümleyi hatırlarım: “İlim başka, irfan başka; âlim başka, arif başka.”

        Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın birkaç gün önce Milli Kültür Şurası’ndaki konuşmasında kültür-irfan kavramları şu önemli vurgularla yer almıştı: “İrfandan yoksun bir kültür, açık konuşayım hamallıktan başka bir şey değildir. Aynı şekilde ahlaktan yoksun bir kültür anlayışı bizi ancak yozlaşmaya götürür. Oysa sanat ve kültürün amacı, insanı akli ve ahlaki kemale ulaştırmaktır. İyinin, güzelin ve doğrunun peşinde koşan bir sanat ve kültür anlayışına her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.” 

        Kültürün düşünüşle, inanışla ve yaşayışla koparılmaz ilişkileri olduğunu, birinin ötekini beslediğini; yaşama biçimimiz aynı zamanda kendimizi sözle eserle ifade etme araçlarımız olduğuna göre iyinin, güzelin ve doğrunun peşinde koşan bir kültür ve sanat anlayışının tasavvurlarımızın inşasıyla mümkün olabileceğini düşünüyorum.

        Bir milletin can damarları mesabesindeki bu kavramlara adeta elbise giydirerek görünürlük kazandıranların başında rahmetli Cemil Meriç gelir bana göre. Üstad, “Kültürden İrfana” adlı eserinde bu kavramların aidiyetlerini, kimliklerini şu mükemmel sözlerle tanıtır: “Kültür, Batı’nın düşünce sefaletini belgeleyen kelimelerden biri: kaypak, karanlık, samimiyetsiz. Tarımdan idmana, balıkçılıktan medeniyete kadar akla gelen ve gelmeyen düzinelerce mana. Kelime değil, bukalemun. İrfan, düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayan bir kelime. İrfan kendini tanımakla başlar. Kendini tanımak, önyargıların köleliğinden kurtulmaktır, önyargıların ve yalanların. Kültür, irfana göre katı, fakir ve tek buutlu. İrfan, insanı insan yapan vasıfların bütünü. Batı kültürün vatanıdır, kültür irfanın…”

        Kültür, ithal kelimelerimizden biri. Ziya Gökalp daha çok hars kelimesini kullanmıştır bunun yerine. Cumhuriyet döneminde takip edilen değişim politikalarına isim olmuş, dönem dönem bakanlık tahtına kurulmuş; lakin içimizdeki yabancılığını hep korumuştur bir bakma. Bu yabancılığın doğal olana müdahalelerden, zorlamalardan kaynaklanmış olabileceğini düşünüyorum.

        Öğrencilik yıllarımda okuduğum bir öyküde bir dava nedeniyle geldiği duruşma salonundan kıyafetinin uygun olmadığı gerekçesiyle kapı dışarı edilen bir köylünün “Pontilnen medeniyet mi olurmuş hâkim bey!” diyen serzenişini kültür değişmeleri bağlamında zaman zaman hatırlarım. Yoksa bugün az çok ortak kabulümüz haline gelen bir gerçeklik olarak biliyoruz ki kültür, sosyal bir organizasyon olan topluma ait ortak yaşayış düzeninin, zaman içinde değişme, gelişme ve yenilenme özellikleri taşıyan bir bütünü oldu­ğu için canlı ve tabiî bir varlık niteliğindedir. Durağan (statik) bir yapıya değil dinamiktir. Bir toplumun yaşama düzenine bağlı olarak doğup gelişir. Onun için de hayatın dışında değil içindedir. Toplum varlığının akışına gö­re şekillenerek tıpkı coğrafi şartlara göre biçimlenen ve durmadan akıp giden bir ırmak gibi yol alır.

        Ne gibi özellikleri vardır kültürün?

        Kültür insan eseridir ve her toplumun kendine özgü bir kültürü vardır.

        İnsanlar hem kültürü oluştururlar hem de kültürden etkilenirler.

        Durağan değildir; zaman içinde değişir.

        Bunlara bir diyeceğimiz yok. Demem o ki her toplumun bir kültürü var ve milli bir karaktere sahip ise bu milli dokuya müdahaleler büyük yıkımlara sebep olmaktadır. Kültür istilasına maruz kalan milletler, bunun ardından siyasi, askeri istilalara derin krizlere hatta ölümlere sürüklenmiştir.

        Bilmediklerimizi öğrenelim; ama önceliğimiz Yunus Emre’nin gösterdiği hedef yani kendimiz olmalı.

        Kültür erozyonu, kültür emperyalizmi tamlamalarını çok duyduk. Ne kadar ciddiye aldık, bundan sonra ne yapılabilir, ne yapabiliriz? Ona bakalım.

        Milli, irfani bir duyarlılığı olmayanın milli bir duruşu da olmuyor.

        Kültür irfanla yoğrulmalı ki tasavvurumuzda insandan ve milletten yana daima iyiye, güzele doğruya açılan yollar açık kalabilsin.

        Allah’ın gör dediği yerden bakmayı yaşama biçimine dönüştürecek bir inanış ve inşayı, tasavvurumuzun mihveri yaparak kazanabileceğimiz bir zenginlik olarak görüyorum irfanı.

        İnsana bir sömürü aracı olarak bakan ve her yeri cehenneme çevirenler bilgi- kültür fukarası kimseler mi, bakmak gerek.       

        Cengiz Numanoğlu’nun bir dörtlüğüyle bitirelim:

“Âlim sanma, her gideni mektebe;
Ahlâk yoksa, yok ilimde mertebe.
Ne fark eder.. Tut ki, cübbe giydirsen;
Pâye versen, kitap yüklü merkebe ?”

        Selamların en güzeliyle…     

       Hacı Halim Kartal 07 Mart 17

        

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.