BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

Sahip olduklarıyla yetinen kanaatkâr insanlar vardır; gönlü zengin, iç dünyalarında huzuru bulmuş ihtirassız kimselerdir bunlar. Az bulunur böyleleri. Bir de berbat bir tüketim alışkanlığının toplumları esir aldığı çağımızda neye sahip olurlarsa olsunlar, bir türlü memnun olmayanla var ki ‘nimet azgını’ da denilebilecek böylelerine dünyayı verseniz, kâfi demezler. Eksikleri hiç bitmez.

        Sahi neyimiz eksik?

        Eksikliği hissedilen şeyler adamına göre, duruma göre, zaman ve mekân gibi değişkenlere bağlı olarak farklılık gösterse de soruyla kast edilenin daha çok maddi varlıklar olduğunu söyleyebiliriz.

        Bunlar; devlet başkanlarına göye okullar, yollar, hastaneler, göz alıcı caddeler, parklar, meydanlar, fabrikalar; bir hane halkı reisine göre ev, otomobil, eşya ve para başta olmak üzere hayatımızı kolaylaştıran elektrikli aletlerin cümlesi mesela…  

        İbrahim Tenekeci’nin Yeni Şafak’ta 7 Ekim günü yayımlanan “Yazmadan Önce” başlıklı yazısında Süleyman Çobanoğlu’ndan naklettiği bir söz var ki gözetilen hedefe göre farklı biçimleri olan bu kadim soruya verilmiş en esaslı cevaptır bana göre. Çobanoğlu, “Bizim bugün eksikliğini hissettiğimiz şey, samimiyettir.” demiş.

        Samimiyetin en belirgin tezahürünün de kal’de yani konuşmada değil hal’de yani yaşantıda olduğunu söylenirdi eskiden. İtibar edilen görüş ‘önce hal sonra kal’ diye ifade edilirdi. Tanzimat döneminde Ziya Paşa bu evrensel kuralı “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” söylemiyle en veciz hale getirmişti.    

        Tenekeci,  aynı yazıda kaynak belirterek Konfüçyüs’e ait günümüzden iki bin beş yüz yıl önce kurulmuş şu cümleyi aktarmış: “Eski zaman insanları, söylediklerini yapamamaktan utandıkları için fazla konuşmaktan kaçınmışlardır.”

        En yakınımızdakilerden en uzağımızdakilere, söylemek isteyip de söylemediğimiz bir sözümüz kaldı mı, adını bilip de istemediğimiz bir şey var mı bilmiyorum. Bildiğim şu: Eksikliğini hissettiğimiz her ne olursa olsun istedik, bunların birçoğunu elde ettik. Birçoğunu kullanıp attık, birçoğunu hiç kullanmadan… Gözümüz hep daha fazlasında oldu. İstedik, elde ettik, attık; attıkça yenilerini istedik.

        Serdar Tuncer 5 Ekim günü “Hüznümüz Allaha’dır” başlıklı yazısında samimiyetten bahisle, Allah rahmet eylesin, Fethi Gemuhluoğlu’nun tamamı 15 sayfadan ibaret bir kitabını yeniden okuduğunu (Dostluk Üzerine/Fethi Gemuhluoğlu Kitabı/ İz Yayıncılık) ve çok etkilendiğini yazmış.

        En çok da bugün eksikliğini en çok hissettiğimiz hallerimizi Gemuhluoğlu aynasında seyretmemizi istemiş. Bu vesileyle kendisine müteşekkir olduğumu söylemeliyim. Bu gönül insanı, rahmetli F. Gemuhluoğlu’nun sözlerinden damıttıklarını anlatmaya şöyle başlıyor:         

“Konuşuyoruz. Mütemadiyen konuşuyoruz. Siyasetçimiz, münevverimiz, tüccarımız, dervişimiz konuşuyor, hem de hiç durmadan... Kusurunu gizlemek için takıp takıştıran rüküş çirkinlere döndük. Çirkin yanımızı kapatacak zannettiğimiz aksesuarlarımız, kusurumuzu daha çabuk ve daha çok ele vermekten başka bir işe yaramıyor. Bilmiyor konuşuyoruz, bilmeden konuşuyoruz, bilmediğimiz ne varsa konuşuyoruz.”

Serdar Bey’i kendi içinin dehlizlerine döndüren ise Fethi Gemuhluoğlu’nun şu sözleri oluyor: “Hiç mu’tâdım değil konuşmak… Elli üç yaşındayım. Kırk senedir söz orucu tutuyorum. En az yirmi senedir, yirmi beş senedir yazı orucu tutuyorum.”

Söz orucu tutmak… Buna ne çok ihtiyacımız var Rabbim!

Rahmetlinin ta 13. Asırda “Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim…” diyen Yunus Emre gibi mutmain bir ruh halini bulduğu anlaşılıyor:

“Batı adamının bunalımı çok tabiîdir; muallâktadır. Doğu adamı yerinmez ve sevinmez çünkü dünyada sevinilecek ve yerinilecek bir şey yoktur. Ve bizim hüznümüz Allah’adır…”

Biz eksiklerimizi tamamlama derdiyle uğraşırken üstadın ateş çemberindeki günümüz Türkiye’si için tavsiyesi ve niyeti şu: “Eğer Türkiye’de insanlar yeniden bir “ba’sü ba’de’l mevt” sırrını yaşamak istiyorsa, onu ihya etmek istiyorsa, uykuyu kaldırmalıdır… Asıl niyetim, zaten uykusu çok az olan sizlere uykuyu kaçırmaktır, yatağı dar etmektir. Sizin içinize bir azâb, sizin içinize bir çile, sizin içinize bir dram tohumu ekmek istiyorum.”

Mekânı cennet olsun.

Selamların en güzeliyle…

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.