BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

     Kış mevsimindeyiz. Lakin kışın içinde yazı yaşıyoruz. Ve kuraklıktan sızlanmaya başladık.

Kuraklık susuzluk demek. Susuzluk kıtlık demek. Kıtlık da açlık ve ölüm demektir.

     “Rabbim kimseyi açlıkla terbiye etmesin”

      Bugün milyonlarca insanın açlıktan öldüğü bir dünyada yaşıyoruz. Biz önlenebilir olaylara karşı tedbirimizi almakla mükellefiz. Fakat irademiz dışında gelişen hadiseleri de -inancımız gereği- bir misafir olarak kabul etmek durumundayız.

     Çünkü bütün semavi afetlerin sevkiyatçısı “Kadiri mutlak olan Cenabı Hak’tır.”

Bütün bunları biliriz ama yine de olumsuz bir şeye karşı hemen tepki koyarız. Mesela bu mevsimde kuraklıktan sızlanırız, kar çok yağar surat asarız.

     Geçen yıl (2017) çok kar yağdı. Elektrikler kesildi. Yollar kapandı. Karın çokluğunu kendine dert edinenler farklı tepkiler gösterdi. Kimi insanlarda öfke patlaması oldu. Kimisi kar üzerinden suçlu aradı, siyasilerden hınç çıkardı. Kimisi de “ Kar esareti, kar kâbusu” gibi – isyana dayanan- yakışıksız laflar etti. Rahata düşkün olarak yetiştirilen çocukların kar karşısındaki tavırları beklenen gibiydi. Elektrik olmayınca onlar için her şey bitti. Akıllı telefon, tablet, televizyon keyfinden – kısa sürede olsa- yâd kalınca “ ööf bee” çekenler, “canım sıkıldı” deyip arsızlık yapanlar ve tabi kar tatilinin tadını çıkaranlar da oldu.

     Biraz sabredilse her şey düzelecek. Ama sabır nerde biz neredeyiz.

     “Her şey keyfime göre olsun, savaş falan olmasın, sıkıntılar bizden uzak olsun. Hep sağlıklı kalınsın. Hiç hasta olunmasın. Genç kalınsın, yaşlanılmasın. Hemen ölünmesin, uzun yaşansın. Varlıklı olunsun, her şey bol olsun. Olacaksa hemen olsun.”  Yani “zahmetsiz aş, ağrısız baş”. Böyle sempatik düşlerle süslü bir hayat ancak öbür dünyada (cennette) umulur. İyi de cennet bu dünyada değil ki.

     Her şeyin bir hikmeti vardır. Kış gelir karlar yağar. Baharda karlar erir. Yollar açılır. Arz beyaz kefenini yırtar. Yeryüzü süslenir. Sular coşar, çiçekler açar, ağaçlar yeşile bürünür. Kuşlar böcekler dillenir. Tabiat canlanır. Milyonlarca canlının yurdu olan dünyada hayat devam eder. Ve “ felaket(miş) gibi algılanan kış ve karın nasıl bir rahmet olduğu o zaman anlaşılır”

     Biz yaşlılar çok çetin kışlar gördük. Seneler önce elektrik yoktu. Yol yoktu. Kar çoktu. Geçim hayvancılık ve azıcıkta tarımdı. Yiyecek ve saman sıkıntısı herkesin ortak derdiydi. Kışın bölümleri demek olan ”zemheri”, “erbain”, “hamsin”, derken kara kış uzadıkça uzardı. Son “cemre” nin toprağa düşmesiyle de baharın ucu görünürdü.

     Fakat mart ayı bazen huysuzlaşır “dert ayı” olurdu. “Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır” sözü böyle martlar için söylenirdi. (Tabi martın gönlü tutarsa) baharın kokusu hissedilir “şükür bu kışı da atlattık” deyip sevinilirdi.

    Hayatın her safhası sıkıntılı geçerdi. Muhterem büyüklerimiz sebepleri araştırır, bir hal çaresi bulur, gerekirse zorluklar sineye çekilir ve hayat devam ederdi.

    Büyüklerimizin birbirlerine şahsi dertlenmeleri olsa da, çoğu sohbetleri iman, vatan, bayrak, gazilik, şehitlik, kahramanlık gibi mukaddes değerler üzerinde dönerdi. Mesela 1912 yılında vatan müdafaası için bulundukları “Sarıkamış” ta şiddetli kar fırtınasında donarak şehit olan altmış bin Mehmetçiğin acısı hala yüreklerindeydi. Biz tıfıllar da şartlara hemen alışırdık.

    Köy ile okul arası yaklaşık beş yüz metre. Kar diz boyu. Yol yok. Ayakta kara lastik, o da sağlamsa. Karı teperek önden gidenlerin izinden tabana kuvvet yürürdük.

    Omuzda kitap torbası, içinde birer ikişer norlu, patatesli sıkma (öğle azığı). Elde bir de odun (sınıfta yakmak için). Bata çıka okula ulaşırdık. Okul köylünün gayretiyle (imece usulü) yapılmış. Derme çatma sınıflar ve sınıfı ısıtamayan teneke sobalar. Tuvaletler okulun birkaç metre uzağında ve ilkel.

    Burada, çoğu öğrencinin kıyafetinin yamalı olduğunu, anaların elde diktiği siyah podiyeyi (önlük), ikinci, üçüncü el ders kitabını, sarı (saman) yapraklı defteri, son santimine kadar kullanılan kara kalemi, sınıfta üç beş kişide bulunan kalemtıraşı ve silgiyi de ilave edeyim.

    Akşam eve aynı izden kar yiyerek, kartopu oynayarak, bazen de kayarak dönerdik. Üst baş ıslanırdı fakat çok da hastalanan falan olmazdı. Bir bardak “acı yavşan” karın ağrısının tabii ilacıydı.

    Asla abartılı olmayan bu yaşanmışlığı şimdiki gençlere gel de inandır. Şunu da ilave edeyim; biz ilkokuldayken köyümüzde (Ketenli) İstiklal Savaşı gazisi “Ali Çavuş” namında bir büyüğümüz vardı. Öğretmenimiz bizi çok zorlu geçen savaş yıllarının hatıralarını dinlememiz için rahmetli Ali Çavuş’a gönderirdi. İsmet Paşa’nın yaverliğini de yapmış olan gazimizin hiç unutamadığım şu cümlesini ben de size aktarmış olayım:

    “Savaşta çok sıkıntı çektik. Susuz ve aç kaldık. Hatta atlarımızın dışkısından çıkan arpa tanelerini ayrıştırıp yıkayıp kurutarak yediğimiz zamanlar oldu.”

    Ecdadımız çok zor koşullarda bir hayat sürdüler. Acılara, zorluklara katlandılar. Bela ve musibetleri sabırla atlattılar. Genç nesili geçmişimizden haberdar etmeliyiz. Atalarımızın sabrını, sebatını, tedbirini, tevekkülünü, cesaret ve metanetini yeni nesile aktarmalıyız.

    Bugünü geçmişimizle kıyaslarsak belki yüz misli imkâna sahibiz. Elbette olalım. Fakat dünyanın gidişatı kötü. Her zaman “keyfimiz yerinde” bir hayat sürüp gitmez. Umulmadık zamanda beklenmedik olaylarla karşılaşabiliriz. İşte sıcak savaşın içindeyiz.

   Allah (c.c) yardımcımız olsun.

    

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.