BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

“İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal/ Hamallık ki sonunda ne rütbe var ne de mal” N. F. Kısakürek

        Dünyanın en ağır yükünü çekmeyi göze alabilenlerin ‘beşer’ havzasından insan katına çıkabilme iradesini ortaya koyanlar olduğunu biliyoruz. Bunların sorumluluk ahlakı kazanmış vicdan sahipleri olduğunu yüce Rabbimiz Beled suresinde tanıtıyor. Surenin 11 ayetine göre bu bahtiyarlar, o sarp yokuşu “akabe” tırmanmak için bedel ödeyenlerdir.

        Rabbimiz her türlü meşakkate dayanıklı olarak yarattığını söylediği insana o sarp yokuşun ne olduğunu çok etkili bir öğretme yöntemiyle açıklıyor ilgili surenin şu ayetlerinde (12-17):

         “Bilir misin nedir o sarp yokuş?”

          “Bir kişiyi daha zincirlerinden kurtarmaktır veya açlık gününde muhtaçları doyurmaktır; yakını olan bir yetimi, ya da evsiz barksız, yurtsuz yuvasız bir düşkünü… Daha sonra iman edenlerden olmak ve birbirine hakkı ve sabrı tavsiye etmektir.”

         Apaçık beyan edildiği üzere sarp yokuşu tırmanmanın birinci ayağı insanı her türlü kölelikten kurtarmak, ikinci ayağı da Allah’ın kendisine verdiklerinden açlara, yetimlere, yoksullara vererek onları koruyup gözetmek.

        Hayat Kitabı Kur’an’da Mustafa İslamoğlu ‘bu sarp yokuşun aslında insanlık yokuşu’ olduğunu bu yokuş tırmanılmazsa insanlığın düze çıkamayacağını belirtiyor ilgili sureyi tanıtırken.

‘Esaret zincirleri’ tamlaması önce zihin dünyamızda Ömer Seyfettin hikâyelerinden bildiğimiz bir zamanların kürek mahkûmlarının ayaklarındaki prangaları çağrıştırsa da bugün çeşitlerini saymakla bitiremeyeceğimiz esaretlerden söz edilen bir dünyada yaşıyoruz. İçki, kumar, uyuşturucu esareti; mal, makam, kadın esareti; teknolojiyi kullanma/internet esareti; kibir, yalan, hırsızlık esareti; atalet, güce tapınma esareti vb. Bu tür esaretlere düçar olanların kurtulmaları için de mücadele etmek demek o sarp yokuşu tırmanmak.

        Dünyanın en zor yükünü taşımak Kur’an diliyle ‘o sarp yokuşu tırmanmak’  ciddi bir bedel ödemeyi gerekli kılıyor. Zorluk, kula ve mala kulluktan kurtulup yalnızca Allah’ın kulluğuna talip olabilmekte görünüyor.

        Gökhan Özcan da söz etmiş bu ağır yükten “Olmak, Olmamak ya da Olamamak” adını koyduğu yazısında.  

        “Etrafa bakıp “Dünya ne hale geldi” diye söyleniyoruz durmadan. Kim emek veriyor ki hayatına! Kim çekmeyi göze alabiliyor ki insan olmanın yükünü! Bu yalan dolan yaşama haliyle yüzleşmek zorundayız hepimiz. Kaçak güreşmeyi bırakmalıyız. Hayatın zaman zaman bizi iki yakamızdan tutup iyice bir sarsmasına izin vermeliyiz. İnsanlığımızı başka türlü hatırlama ihtimalimiz yok görünüşe göre.

Bugün yaşanan hayata, bugünün insanlığına itirazı olmayanlara söylenecek bir şey yok.  Ama böyle yalan dolan yaşamaya itirazı olanların, daha sahici bir hayat daha hakiki bir insanlık için o itirazı canlı tutmaları gerekiyor. Hakikatin bir bedeli var. O çileyi adam gibi çekmekle…” diyor. Yeni Şafak, 05.11.18 Selam olsun.

        Çocuklar anaokuluna başlama yaşına gelmeden cep telefonuyla oynama hastalığına yakalanıyor, televizyon karşısında saatlerce çizgi film izlerken ekran dışından gelen hiçbir uyarıyı duymayacak kadar kapılıp giden çocuklarımız veya torunlarımızın çizgi film ve oyun dışında her türlü iletişime kapalı halleri esaret değil de nedir?

        Bir özel öğretim kurumunda öğretmenlik yapan genç bir arkadaşa iletişim okuyan arkadaşım soruyor. Hocam, gençlerin dünyasında neler var, en çok konuştukları veya ilgilendikleri şey nedir? Genç arkadaşın cevabı tahmin ettiğim gibiydi. Cep telefonlarıyla, mesajlarla, oyunlarla gırgır şamata kabilinden şeylerle daha çok ilgililer. Derslere karşı çok azı hariç son derece isteksizler.

        Yıllarca içinde bulunduğum eğitim-öğretim camiasında en ideal verimi almak için mücadele ettiğimiz halde maalesef başaramadığımız konulara parmak basıyor, deva bulamadığımız dertlerimizi kanatıyordu genç arkadaşımın durum tespiti adına söyledikleri. Çalışırken de bugün de bildiğim gerçek şuydu: Onların dünyasına girmeden onlarla iletişim kuramayız, sağlıklı iletişim olmadan da asla başaramayacağız.

Bağımlılıklarımız yahut sorumluluk bilincimizi göz ardı ederek önemsemediğimiz ilkesiz kimi tutumlarımız git gide kırılması imkânsız esaret zincirlerimiz haline dönüşüyor. Esaretlerimiz çoğaldıkça huzursuzluklarımız artıyor nihayet huzursuz insanlar toplumu esir almaya başlıyor.

İnsan olmanın yükünü çekmeyi göze almadan açıkça o sarp yokuşu tırmanmadan hiçbir iyi ve olumlu gelişme olmuyor.Emeksiz yemek olmuyor. Olsa da yavan oluyor.

Selamların en güzeliyle…

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.