BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

        Üzerine şilte serilerek oturmaya ya dayatmaya yarayan, tahtadan yapılmış yüksekçe yer demek olan kerevet kelimesini daha çok masallarımızın son kısmında duyardık.

        İyileri kırk gün kırk gece süren düğünle ödüllendirip kötüleri de yapacakları seçime göre kırk katır veya kırk satırla cezalandıran masal anlatıcısı gökten düşen üç emayı da anlatana, dinleyene ve dünyadaki bütün iyilere dağıtıp ‘Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine’ tekerlemesiyle bitirirdi içinde kıssadan hisse bulunan masallarını.

        Riya sözlükte ‘ikiyüzlü olan’ kişiler için kullanılan bir kelimedir. Bir işi başka bir amaçla yapma işine ‘riya’, bu işi yapan kişilere de ‘riyakâr’ denilmektedir. Dinimizde ibadetini insanlara gösteriş için yapanlara’ mürai yani riyakâr denilmiştir. Gösteriş veya başka amaçla ibadet etme işlemine ‘riya’ denilmektedir. Kişinin asıl amacın dışında başka bir amaçla iş yapması da ‘riya’ olarak isimlendirilirken bazen‘kişinin başkasına yaranmaya çalışması ve bunu yaparken yapmacık hareket etmesi’ de aynı kelimeyle karşılanmaktadır.

        Yıllardır aynı konuları nerdeyse aynı pespaye üslupla anlatan bir tv dizisi var ekranda. Dizinin anlık menfaatleri için eşine, çocuklarına her türlü kötülüğü yapmaktan çekinmeyen yürüme engelli kötü kişisine yeni eşi ‘Dalyanım!’ diye hitap edince adamın aklı başından gidiyor. Yılarca her türlü eziyete, mihnete katlanan ilk eşinden mahrum ettiği hizmeti veya her şeyi riyanın kollarına seriveriyor. Tamamen çıkara dayalı bir beraberliği yaşayan eşler, birbirini iltifata boğuyor. Adamın ‘dalyan’lıkla alakası çoktan kesilmiş, riya sadece yüzlerinden, sözlerinden değil paçalarından akıyor.

        O sahneden bir anda gerçek hayatımızın caddelerine, sokaklarına, iş yerlerine, salonlarına hızlı bir geçiş yapıyor zihnim.

        Riyanın da sosyal gelişmişlik düzeyimizle paralel şekilde gelişerek eski evlerdeki kerevetlerden atlayarak zirvelere kadar irtifa kazandığını ve artık oralarda zıplamak ne ki, perendeler attığını düşünüyorum.

“Nasılsın canımın içi?” mi diyor birisi herkesin içinde, muhatabına değil de daha çok başkalarına duyurmaya çalışarak iyi bakın; zira duyduğunuz ses, riyanın zirvelerinden yankılanıp gelmektedir.

Aşkım, hayatım, gönlümün sultanı, ciğerimin köşesi…

Adamın kralısın, adamsın, sen bitanesin, meleksin, cansın, senin gibisi bulunmaz… gibi sözler mi geliyor kulağınıza bir yerlerden, mutlaka tanıyacaksınız sahiplerini.

Sarfedilen her sevgi sözcüğünün ardından beliren öteki yüzde karikatürlerdeki gibi bir baloncukta ifade edilen iç ses, yüz yüze iken söylenenlerin aksini anlatmaktadır.

Sen şimdilik öyle san, budala!

Kerim kitabımız Kur’an’ın Münafikun suresine bakın böyle seslerle karşılaştığınız anlarda. Göreceğiz ki surenin dördüncü ayetinde Rahman Allah adeta bir tablo çıkarmaktadır karşımıza. O tabloda görünen şudur:

“Sen onları gördüğünde kalıpları hoşuna gider ve konuşacak olsalar sözlerine kulak verirsin: Giydirilmiş kalaslar gibidir onlar. Her çığlığı kendi aleyhlerine sanırlar; on kökten düşmandırlar: Artık onlara karşı dikkatli ol! Allah onları kahretsin: Nasıl da savruluyorlar!”

La Fonten’in tilkisinin, ağzındaki bir parça peyniri kapmak için kargaya ettiği dalkavukluklar vız gelir riyanın zirvelerinde zıplayanlar yanında.

Görünürlüğe yani şirin görünmeye, babacan görünmeye, iyiliksever görünmeye, adaletli iş tutuyor görünmeye, herkese karşı eşit davranıyor görünmeye çok dikkat ederler; lakin işler asla görüntülerdeki gibi yürümez. Adamına göre mahiyet kazanır anlayacağınız. Ali’ye başka, Veli’ye başka davranırlar.

Tevekkeli birkaç yıl önce vefat eden bir arkadaşım, aynı okulda beraber olduğumuz yıllarda ara sıra ‘Nasılsın?’ diyenlere ‘Adamına göre!’ cevabını verip şaşırtırken riya denen kepazeliğe bulaşmış taraflarımıza öyle laf olsun diye dikkat çekmezmiş.

Birkaç gündür muhterem Mustafa Kutlu Abi’nin ‘Sel Gider Kum Kalır’ adlı kitabını okuyorum. Kitabın ‘Hayat Ve Sanat’ başlıklı son bölümündeki ‘Sanatın Kilosu’ başlıklı yazısındaki şu tespitini her şeyin olmasa da bazı olumsuz taraflarımızın nedenlerini ifade etmeye yeterli gördüğümü söyleyebilirim. Bu vesileyle kendisine selam ve hürmetlerimi iletiyorum.

Söylediği şu: “Kapitalizmin insanı döne dolaşa getirip hapsettiği kafes “tüketim toplumu”dur. Bu kafese giren her fert sanat eserini bir “mal” olarak görür. Ya ona yatırım yapar, ya tüketip haz alır.”

Sanat eseri bir tüketim metaı da insan değil mi sanki?

Yoksa riyanın kerevetinde ne diye zıplayıp dursun?

Selamların en güzeliyle…

Hacı Halim Kartal/ 02 Ekim 2023

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.