Ne anlatması, ne inceliği?
Her şeyi tatil eden, günler geceler boyu evlere kapanmak zorunda kaldığımız korona günlerinde zorunlu olmadıkça kimseyle görüşmediğimiz gibi kimseye de bir şey anlattığımız filan yok. Doğrusu pandeminin ülkemizde de görüldüğü günlerde uygulamada biraz zorlansak da artık iyice alıştığımız maske ve mesafe kuralları buna pek imkân da bırakmıyor.
Öğrencilerimiz geçen öğretim yılının sonuna yüz yüze eğitimden mahrum kalarak ulaştı. 2020- 2021 Eğitim-öğretin yılının birinci dönemini de aynı şekilde bitirdiler. Dün dördüncü sınıfta okuyan torunumun derslerini takip ettiği telefonu ile gönderdiği tak belgesini gördüm. Araya hafta sonu kısıtlamaları girdiği için ne o bana gelebildi, ne ben ona gidebildim. Öteki torunlarımı da göremedim daha, karnelerine bakamadım, yüzlerini göremedim.
Kimse kimsenin yüzüne bakarak bir şey söylemiyor. Kısa mesajlara havale ettik iletişimin olanca yükünü. Gerek bu şekilde oluşturulanlar, gerekse gazetecilerin uzattığı mikrofonlar aracılığıyla iletilenlerin çoğu hele siyasi içerikli olanlar hedef gözetilerek sıkılan kurşunlar gibi. İsabet ettiğini ya öldürüyor ya sakat bırakıyor.
Ne anlatması, ne inceliği Allah aşkına? Ya anlamak?…‘Anlamak için acı çekmeyi göze almak gerekir’ diyor usta gazeteci Haşmet Babaoğlu. Haklı! Acı çekmeyi göze almayan anlatmak için konforundan vazgeçebilir mi? Anlatsa bile bunun bir incelik gerektirdiğini hesap eder mi?
Geçen gün Seydişehirhaber’de on yılı aşkın bir süreden beri çıkan yazılarımdan bazılarını bir dosyada toplamaya çalışıyordum. ‘Çivili Tahta’ başlığı taşıyanı düzenlerken çok duygulandım. Evlerimizde çocuklarımızla bile yüz yüze, göz göze görüşme ve sohbet etmenin tarih olduğu bir dönemde geleneksel terbiye sistemimiz içinde bir anlatım inceliği olarak, 12 Kasım 2013 tarihli bu yazıdaki hikâyenin bir kez daha gün yüzüne çıkmasının iyi olacağını düşündüm. Gün yüzüne çıksa da artık nostalji…
Hikâyeyi bilirsiniz.
Davranış eğitimi konusunda, özellikle tek başına sözün kifayetsiz kaldığı durumlar için anlatılmış mükemmel bir örnek olduğunu düşünürüm bu hikâyenin:
Arkadaşları ile devamlı kavga eden sorunlu bir genç varmış. Babası bir gün ona farklı bir ders vermek istemiş. Ona çivilerle dolu bir torba ve boş bir tahta perde vermiş. Oğluna: “ Arkadaşların ile tartışıp kavga ettiğin zaman her sefer bu tahtaya bir çivi çakacaksın” demiş.
Genç, arkadaşları ile yine kavga etmiş ve birinci günde tahta perdeye 30 çivi çakmış. Sonraki zamanlarda arkadaşları ile iyi geçinmeye çalışmış ve her geçen gün daha az çivi çakmış. Bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış.
Babası onu yeniden tahtanın önüne götürmüş ve demiş ki: “Bugünden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için tahtadan bir çivi sökeceksin.”
Bir gün gelmiş ki tahtada ki her çivi çıkarılmış. O zaman babası oğluna şu sözleri söyleyerek dersini bitirmiş: “Aferin, arkadaşlarınla iyi geçiniyorsun. Bütün çivileri tahtadan söktün; ama tahtada artık çok delik var. Eskisi gibi olmayacak. Her delik arkadaşlarınla kavga ettiğin zaman söylediğin kötü sözlerdir. Arkadaşların seni affetse de izleri hep kalacak ve bu delikler kapanmayacak. Arkadaşlarına değer vermelisin. Unutma ki her zaman onların yardımına, dostluğuna ihtiyacın olacak.
Hikâyedeki babanın oğlunun olumsuz davranışlarını düzeltmek için verdiği ilk ders olduğunu düşünmüyorum çivilerle tahtalarla günler haftalar süren bu dersin. Belki defalarca uyarmış, saatlerce nasihat etmiş; ama netice alamayınca süresi uzun ve zahmetli bu yöntemi bulmuştur.
“İnsan eğitimle doğmaz; ama eğitimle yaşar” demiş Cervantes. Haklı. Bir yerde insan varsa eğitim de var. Hem de hayat boyu… Olmazsa olmazımızdır eğitim. Bunun için bilgi gerek, emek gerek en önemlisi de peygamber sabrı gerek; çünkü bir insanın olumsuz bir davranışını düzeltmek için günler, aylar hatta yıllar gerekebilir.
Günümüzde oğlunun kızının başkalarını çok üzen davranışlarını düzeltmek için haftalar belki aylar süren sabırlı bir mücadele veren babalar kaldı mı bilmiyorum. Bildiğim şu: Silahlı, bıçaklı yaralanmalarla kan revan görüntülere öylesine alıştık ki bu baş döndüren hengâmede dil yarasının lafı mı olur?
Dil yaralarını yaradan saymadığımız bir zaman diliminde sosyal hayatın da tadı tuzu kalmadı mı ne? Dilimiz, davranışlarımız… Hazreti Ali “Kişi dilinin altında saklı” demiş. Mükemmel bir tespit!
Davranış eğitimi konusunda bireylerde etkili, etkili olduğu ölçüde kalıcı izler bırakacak yöntemlere ve bu yöntemleri çok iyi tatbik edecek sabır abidelerine ihtiyacımız var.
Şevki Bey’in Hicaz şarkısının sözleriyle bitiriyorum:
“Dil yaresini andıracak yare bulunmaz
Dünyada gönül yaresine çare bulunmaz
Her derdin olur çaresi meşhur meseldir
Dünyada gönül yaresine çare bulunmaz”
Selamların en güzeliyle…