Doğup büyüdüğümüz diyarlardan uzaklaştığımızda oraların havasını, suyunu hele de insanlarını özlemek birçoğumuzun yaşadığı, alışık olduğumuz bir duygudur. Acıktığımız gibi susadığımız gibi özleriz de elimizde olmayarak.
Geçen gün gittiğim köyümde muhtarlık binasının yanında, köylülerimin diline “Tahtalı Kahve” adıyla yerleşmiş bulunan mekanda o tatlı insanlarla kısacık beraberliğimizde hissettim bu duyguyu yeniden. Herkesi ve her yeri ne çok özlemişim!
Mekana bu adı zeminindeki kaplamalardan dolayı vermişler. Sohbeti, muhabbeti seven bir müşteri grubu var buranın. Müşteri sözü lafın gelişi; çünkü hiçbirinin ticari bir faaliyeti yok. Bu sıcakkanlı insanlar, genellikle ikindi akşam arası birkaç saat oturup sohbet ettikleri mekanı ısıtmak için ihtiyaç duydukları yakıtı bile kendileri karşılıyorlar.
Nevzat kardeşle oraya ilk uğrayışımda iki duvarda bomboş duran; ama kitaplık için pek elverişli raflar dikkatimi çekmişti. Burada küçük bir kitaplık için her şey vardı; fakat tozlu raflarda ta 1929 yılında yayımlanmış olup meraklı okuyucusu tarafından bazı sayıları ciltletilmiş iki dergi ile birkaç perişan kitapçıktan başka bir şey göze çarpmıyordu.
Hem üzülmüş, hem heyecanlanmıştım. Üzüntüm ilgisizliğimdendi. Evim şehirdeydi; bu köyde doğmuş, ilk okulu burada okumuştum. Annem, babam; dedem, ebem burada yaşayıp son yolculuklarına buradan çıkmışlardı. Okul yıllarımda bir tatilde köye gidemesem dayanılmaz bir azap duyardım. Birkaç aylık bir hasretten sonra köye kavuştuk mu da(öğrenci grubumuzla) Pınar’dan başlayarak Asarlık’a, değirmenlerden Karşıyaka’ya kadar uğramadık yer, dokunmadık taş bırakmazdık.
Sonra… Sonrası dinmeyen bir sızı benim için. Artık ara sıra uğrar olduğumuz bir yer olmuştu köy. Yıllarca her şeyinden yararlandığımız bu aziz yurda ben, biz ne verebilmiştik? Cevabı koca bir hiçti. Heyecanlanışım, geç de olsa köyümün güzel, çalışkan ve kadirşinas insanlarıyla kaynaşabilmek için küçücük bir fırsatın karşımda duruyor oluşuydu. Evimde birçok kitap vardı. Bazıları okunmuş, bazısının kapağı bile açılmadan bir kolinin içinde veya bir dolapta yıllarca beklemişti. Buraya taşınsa hiç olmazsa istifade eden birkaç kişi olabilirdi. En azından esaretleri biterdi kitapların.
İkinci ziyaretime giderken biraz rahatlamıştım. Vardığımda yardıma hazır güzel insanlar vardı. Berber Gökhan kitapları taşımama, Yaşar ağabey rafların silinmesine, Nevzat kardeş düzenlemeye yardım etti. Köyümde gerçek anlamıyla bir kıraathane yani (okuma evi) için bir ikinci adım atılmıştı, ilk adım çalışkan muhtarımız Hasan Çalı’nın o güzel rafları Tahtalı’ya kazandırması olmuştu, ilgi gösterilmesi halinde arkasının geleceğine inanıyordum.
Şehre dönerken aklıma Cahit Külebi’nin çok sevdiğim “Yurdum” başlıklı şiirinin dizeleri geldi. Bu şiiri ne zaman hatırlasam kadrini layıkıyla bilemediğimiz memleketim gelir, burnumun direğinin sızladığını hissederim. Bazı mısraları özlemimi adeta ateşleyen bu şiiri sizlerle paylaşıyorum.
“1917 senesinde
Topraklarında doğmuşum.
Anamdan emdiğim süt
Çeşmenden tarlandan gelmiş.
Emmilerim hudutlarında
Senin için döğüşürken ölmüşler.
Kalelerin burcunda
Uçurtma uçurmuşum,
Çimmişim derelerinde.
Bir andız fidanı gibi büyümüşüm.
Topraklarının üstünde.
Koca koca kamyonlara binmişim.
Daha büyük şehirlerine
Okumaya gitmişim.
…
Kederlendiğim günler olmuş
Naçar dolaşmışım sokaklarında,
Sevinçli günlerim olmuş
Başım havalarda gezmişim.
Bağrımı açıp ılgıt ılgıt
Esen serin rüzgarlarına,
İlk defa kıyılarından
Denizi seyretmişim.
Issız çorak ovalarında
Günlerce yolculuk etmişim.
Ağladığım senin içindir
Güldüğüm senin için
Öpüp başıma koyduğum
Ekmek gibisin.”
İncesu’ya gidip de köyümüzün şirin mi şirin marketine uğrayanlar, vaktiniz olursa marketin bitişiğindeki mekana da bakmayı unutmayın. Gün içinde oraya yolunuz düşerse orada sohbeti, muhabbeti seven insanlar ve kitap okuyabileceğiniz bir yer bulacaksınız. Eğer benim de bir katkım olsun, bir kitap da benden diyorsanız bundan ziyadesiyle kazançlı çıkacağınızı düşünebilirsiniz.
Selamların en güzeliyle…