23 Haziran Pazar günü yapılan LYS Türk Dili ve Edebiyatı soruları içinde bir soru için kullanılan bir paragrafı okurken metinde dile getirilen konu ile adeta irkildim. Pek hoşlanmasak da yüzümüze tutulan bir aynaydı anlatılanlar. Dikkatimi toplayarak bir kez daha okudum. Müthişti. Bu çağda insan ilişkilerinde kat ettiğimiz mesafeyi mükemmel bir üslupla özetliyordu yazar.
Teknolojiyi kullanmadığımız bir alan neredeyse kalmadı denebilir. Konforlu evlerde oturuyoruz. Dünyanın en uzak mesafeleri avuçlarımızda bize bir tık kadar yakın. Kuşlar gibi uçmayı bile öğrendik. Listeyi çoğaltmak mümkün; ama ne gereği var? Bu sayılamayacak kadar çok gelişmişlik basamaklarını tırmanmamıza rağmen huzurlu muyuz? İnsanlar arasında duygusunu iliklerimize kadar hissedebiliyor muyuz?...
Cevaplarımız şu veya bu yönde olabilir. Bunları niye yazıyorum? Sadede geliyorum. İşte bana bunları düşündüren soruda kullanılan paragraf:
“Kendi yaşantımı düşündüm; bulunduğum çevreleri, iş yerlerini, tanıdığım insanları… Boş verebilseydim, hiçbir şeye aldırmasaydım, üzülecek yerde gülseydim… Ama yapamadım, anlamamıştım yaşamın maskeli bir balo olduğunu. İnsanların her gün, her an değişik maskeler taktıklarını… Ben de kendime değişik maskeler hazırlamalıymışım! Boy boy, renk renk… Yerine göre kullanmalıymışım, duruma göre… Güleç, kızgın, asık suratlı, üzgün, perişan, mutlu… Hepsinin yeri geldi ama yapamadım. Hep kendi yüzümü taşıdım. “Binbir surat” denilen insanlar arasında maskesiz biri yaşayabilir miydi? Dayanabilir miydi?”
Araştırdım: Metnin Oktay Akbal’ın 1975 yılında Varlık Yayınevi tarafından çıkarılan Konumuz Edebiyat adlı eserindeki Maskeliler başlıklı denemesinden alınmıştı.
Diğer sorulara devam edemedim; çünkü yukarıdaki satırların son cümlesine varmadan şair Behcet Necatigil’in Maskeli Balo şiirini hatırladım. Metinde Necatigil’in şiirden etkiler vardı. İkisinde de aynı duyarlılık vardı. Olanca çıplaklığıyla ve başka söze hacet bırakmayacak şekilde bugünü resmediyordu söyledikleri. Şair Necatigil için hayat bir ‘Maskeli Balo’ydu.
İşte o şiir:
“Siz yine o maskeli balodan döndünüz,
-Ben bu ismi verdim hayata-
Duracak haliniz kalmadı ayakta
Soyunup dökününüz
Siz kurt oğlu kurtsunuz
Bir ben biliyorum sizi.
Bir ben görüyorum kuzu postuna girdiğinizi
Bravo, yine nasıl yutturdunuz.
Yine parmağım ağzımda kaldı,
Masumluk akıyordu yüzünüzden.
Yine nasıl çevirdiniz üstünüzden
Dünyanın düşmana bakışını kurtlara karşı.
Yaklaştılar yanınıza korkusuz
Yine her birini kıstırdınız, gizli.
Tıkır tıkır yürütürken işinizi
Yine bıyık altından gülüyordunuz.
Maskeli balo bitti, yine gece evinize döndünüz.
Ayakta duracak haliniz kalmadı şimdi.
Bakmayın aynalara, aynalar kirli
Aynalarda rezil olur yüzünüz.”
Maske, ayna… Biri gizlemek diğeri yüzleşmek için…
Şiirde ikisinin de kullanılması ilginç.
Aynalara hem de büyük boy toplumsal aynalara ihtiyacımız olduğunu, herkesin kendini kılcal damarlarına kadar seyredebileceği devasa aynaların da vicdanlarımızın duvarlarına konulabileceğini düşünüyorum.
Selamların en güzeliyle…