“Yol odur ki doğru vara
Göz odur ki Hakk’ı göre”
Yunus Emre
Sürekli okuyup durduğumuz Fatiha suresinin son ayetlerinde Rabbimiz, kendisine pazarlıksız güvenmemiz halinde gideceğimiz yere güven içinde ulaşmamızı sağlayacak bir yol tarifi veriyor. Daha doğrusu sureyi her okuyuşumuzda, her ihtimale karşı Rabbimizden bizi gösterdiği istikamete yöneltmesi talebimizi tekrarlayarak durumumuzu güncellemiş oluyoruz.
Sureyi her okuyuşumuzda dediğimiz şudur: “Allah’ım bizi doğru yola yönelt. Nimet verdiklerinin yoluna. Gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil.” Bu duamızda üç yoldan söz edip Rabbimizin bize öğrettiği şekilde O’ndan bizi, bunlardan ilkine yani nimet verilenlerin yoluna iletmesini, diğer iki yola yani gazaba uğrayanlarla sapıkların yollarına sapmaktan korumasını istiyoruz.
Bir günde kaç rekat namaz kılıyorsak o kadar tekrarladığımız bu talebimizle reel-politiğimizi yani esas duruşumuzu samimiyetle sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum; zira kavlimiz fiilimize uymuyor. Bunun iki nedeni olabilir: Ya ne dediğimizi bilmiyoruz yahut işimize gelmediği için bir türlü dürüst davranamıyoruz. Sorgulamaya bir noktadan başlanabilir. En temel soru da bana göre şu: Benim yolum hangisi?
Kendi kavlimizle ifade ettiğimiz üç yoldan tasvip edilen yolda mı reddedilen yollarda mı yürüyoruz gündüzler ve geceler boyu? Kavillerimizle fiillerimiz uyumlu mu? Aksine bir durum Adana’ya gideceğini söyleyen bir adamın İstanbul trenine binmesine benzemez mi?
Temel huzursuzluğumuzun, dinmeyen ağrılarımızın ve nihayet müzmin hastalıklarımızın nedenlerini başka adreslerde değil buralarda aramamız gerektiğini düşünüyorum; zira rahmetli Aşık Veysel’in bir şiirinde
“Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece”
mısralarıyla en güzel şekilde ifade ettiği gibi dünyaya her gelen, ölünceye kadar bir yolun yolcusudur. Sadece yolculukta yol tercihi kişinin kendisine bırakılmıştır. İster kendilerine nimet verilenlerin yolundan yürür ister gazaba uğrayanların veya sapıkların… Her şey bu seçime bağlı olarak şekillenecektir. Ömürler, uzun veya kısa, bir bakıma bu tercihli yollardaki yol hikayeleridir.
Dilimizde yöntem, yaşayış tarzı, dünya görüşü, maksat, çare, uğur vb. birçok anlamda kullanılan yol kelimesi kullanım alanının genişliği sebebiyle onlarca dalı, meyvesi olan gümrah bir ağaç gibidir. Şair Can Yücel bir sınıflama yapmaz; onun için yol, yaşanılan anın şuurunda olarak tam vaktinde yapılması gereken iyi işlerdir:
“Bir yolun varsa gidilecek sona bırakma,
Bir sözün varsa dilden yüreğe, hiç susma
Görmen gerekiyorsa birini git yanına!
Okşaman gereken bir yürek varsa esirgeme elini.
Hayat çok zalim,
An gelir;
Elini, gözünü, yolunu, yüreğini alır senden,
O zaman istesen de;
Dokunamaz,
Göremez,
Gidemez,
Söyleyemez olursun…”
‘Bu yol nere gider’ sorusuna muhatap oldunuz mu hiç? Yılmaz Erdoğan’ın bu soruya cevabı bakın nasıl:
“yol bir yere gitmez
o bir durma biçimidir
yol yoluyla gidebilir yare
yoldan çıkabilir apansız
ve ömür bitebilir yoldan önce
ama yol bir yere gitmez
o bir durma biçimidir
yaşamak
hızlı bir ölme biçimidir
düşünce ışıktan yavaşsa
erken gidilmelidir
…
yol bir yere gitmez
o bir durma biçimidir
her garantiyi istersin hayattan
oysa ölümle yaşam arası
uzun malum ince bir yol
bir yere gitmez
o bir ölme biçimidir.”
Önemli olan kişinin nereye yöneldiğini ve ne istediğini bilmesi. Yoksa… Yoksa bir bilgenin ifadesiyle nereye gittiği bilmiyorsan gittiğin yolun ne önemi olabilir?
Selamların en güzeliyle…
H. Halim Kartal 24. Kasım 14