Başlık Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan’dan ödünç alınma. Yazarın 7 Mart Cumartesi günkü Kabataş’ı Yazmak başlıklı yazısından takıldı zihnime. Gezi olayları sırasında söylediklerini hatırlatan yazar, olaylardan sonra bu konuyla ilgili karşısına çıkarılan cümlelerinin bağlamlarından koparılarak hatta çarpıtılarak kurgulanmış şeyler olduğunu belirtiyor ve şu yoruma ulaşıyor: “Eh, Türkiye’nin durumu artık bu galiba… Kimsenin ‘iyiliği görmek’ gibi bir derdi kalmadı. Herkes kötülüğün peşinde.”
İyiliği görmek…
Önemli ve bir o kadar da iddialı bir tespit gibi geldi bana. Önemli; çünkü son zamanlarda insanları, olayları veya durumları toptancı bir bakışla değerlendirir olduk. Takdir hislerimizde akümülatörler gibi iki kutup egemen artık bir süredir: Bir insan ya hep iyidir, ya hep kötü. Kötüyse ondan iyi bir davranış beklenmez, iyi ise o asla kötülük yapmaz… Sonunda iyilerin kırk gün kırk gece sürecek düğünle ödüllendirilip kötülere ise kırk katır veya kırk satır seçenekleri sunulan masallar çağında mı kalakaldık, diziler mi bizi bu hale getirdi? Bilmiyorum. Bu hale gelmemizde aslan payının siyasetçilerimizin siyaset etme anlayışlarında olduğu da bir vakıa.
Nedenler çoğaltılabilir. Öyle veya böyle… Gerçek şu ki televizyonların yayına başladığı yıllarda ekranlara yansıyan varlıkların iki rengi vardı: Siyah-beyaz. O yıllar geride kalalı çok oldu, sayısız renkle tanıştık zaman içinde; lakin her şeyi bu iki renkten ibaret görme alışkanlığımız değişmedi bir türlü. Bu nedenle başka renklere geçit yok değer yargılarımızda, ortası yok hiçbir şeyin. Aynı şahıs birimizin gözünde adam gibi adamsa birimizin gözünde hain, alçak! Bu iki kutuplu değerlendirmeden nasiplenenler yalnız yaşayanlar değil, tarihi şahsiyetlerimiz için de aynı iki parçalı anlayışı sürdürmekte olduğumuzu gözlemleyebiliriz. Mesela İkinci Abdülhamid kimilerimizin bakışında ‘kızıl sultan’ kimilerimiz için ‘Ulu Hakan’dır. İnsan gerçekte bu mudur? Bu bakış, hastalıklı bir ruh hali değilse nedir?
İyiliklere karşı hepten kör mü olduk? Bu kötümser bakış sebebiyle ağzını açanın bir problemi dile getirmek yerine kıyameti haber verir gibi bir garabetine şahit olmak hayra alamet olmasa gerek. Adam üyesi olduğu bir kuruma üç kuruş aidat ödemişse ‘Soygun bu!’ diyor, basıyor feryadı. Kazanımlarını hatırlamak istemiyor. Her şeyin iyi işlemediğine, çarkların kendisini hep daha kötü duruma düşürmek üzere döndüğüne inanmış bir kere. Başka bir ihtimal yoktur. Eksiklikler, yanlışlıklar her zaman olabilir, kabul. Polyannacılık oynamaya gerek yok; ama her şeyi kötü görmek gibi insaf ölçülerini tamamen kaybetmek de her şeyimizi kaybetmeyle eş değer kanaatimce.
Her şeyi iki kutuplu, iki renkli görmeyi dünya görüşümüzün, yaşama biçimimizin merkezine yerleştirdiğimizi görüyorum giderayak. Kendimizi medyanın azgın sularına bırakıverdiğimizden beri ara renklerin iyice silikleşmeye, yok olmaya başladığını düşünüyorum. Medyamız, siyaset geleneğimiz hatalı beslenme alışkanlığı gibi ya obezite sorunları yaşamamıza ya aşırı zayıf olmamıza neden oluyor. Artık her şeyi ya hep iyi görmeye başlıyoruz, ya hep kötü…
İnisiyatifi sokağın, medyanın diline, insafına bıraktığımız zaman yandığımızın resmidir. İyilik ve kötülük hep vardır, var olacaktır. Üstelik bunlar insanın uzağında bir yerlerde değil aksine içimizdedir. Kulak verdiğimiz seslere göre bunlardan bir güçlenirken diğeri zayıf düşer. Burada önemli olan bizim tavrımız, irademizle hangisini beslediğimizdir. Tıpkı şu hikayede olduğu gibi:
Yaşlı Kızılderili reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbirleriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, diğeri ise siyahtı.
Çocuk kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor, ikinci köpeğe neden ihtiyaç olduğunu ve renklerinin neden illa siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu.
Dedesine merakla sordu. Yaşlı reis bilgece gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.
-''Onlar'' dedi, ''benim için iki simgedir evlat.''
-''Neyin simgesi'' diye sordu çocuk.
-''İyiliğin ve kötülüğün simgesi. İyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımdalar onlar.''
Çocuk; ''mücadele varsa kazanan da olmalı''
diye düşündü ve bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi;
“-Peki,” dedi. ''Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?''
Yaşlı reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa.
“-Hangisi mi evlat?”
“-Hangisi?”
“-Ben hangisini daha iyi beslersem!” dedi.
İşitmek, nasıl işitme sistemimizi duymak istediğimiz sese çevirmekse, iyiliği görmek de bunun gibi olmalı. Kulağımıza her ses gelir; ama kişi duymak istediğini duyar. Gül ile diken gibi. Kimi güldeki dikenden nefret eder kimi dikende gül oluşuna şükreder.
Selamların en güzeliyle…
H. Halim Kartal 13 Mart 15