BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

         Rahman olan, Rahim olan, Settar olan, Ğaffar olan, Ğani olan, Kerim olan, istediği zaman istediğini verme ve alma gücüne sahip olan yüce Allah (c.c.)’ı zikrederken; bizi ‘İKRA’(Yaratan Rabbinin adıyla oku. İnsanı yapışkan bir hücreden yaratan…) emri ile kendine muhatap edip, namazı ile huzuruna kabul buyuran, secde ile kendisine yakınlaştıran, dua ile istetip istediğimizi verene binlerce hamdler; salât ve selam gözümün nuru buyurduğu namazı miraçta layık olduğumuz ümmetine hediye getiren Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.)’ya olsun…

         Şöyle bi düşündüm canlarım; yan yana duran iki saksıdaki çiçeklerden birini seviyor, övüyor, okşuyorsan, ikisini de sev, öv ve okşa. Yoksa sizden incinir. Küser. Yok, eğer illa seveceksen o zaman al götür başka bir yerde istediğin kadar sev… Sev… Sev…

         Sakın ikisi yan yana iken ayrımcılık yapıp da sevme veya sevmememe yapma… Çünkü var olan her şeyin canlı olduğu halde dolayısıyla, her canlıya canü gönülden sevgimizi mertçe cömertçe gösterdiğimizde o zaman bakarsınız her şeyin sevgiyle, saygıyla, hürmetle, mertçe, cömertçe sana yöneldiğini hissedecek sevdikçe, sevileceksin… Tabii bu arada senide sevene seveceksin unutmamak dileğiyle…

         Nef’inin dediği gibi; Eğitimcinin gayesi insanları Allah (c.c.)’a, Allah (c.c.)’ı da insanlara sevdirmesidir. Tabi bunu yaparken kendisi de Allah (c.c.)’ı sevmelidir çünkü sevmeyen sevdirtemez. 

         Hz. Mevlana’nın Rabbisine bağlılığı anlatılan bu kıssada ne kadar da manidardır. Selçuklu sultanlarından biri Hz. Mevlâna’yı ziyarete gelir. Bu ziyaretini gerçekleştirdiğinde ona, saltanatları arasında ne gibi bir farkın olduğunu sorar. Hz. Mevlâna söz konusu soruya şu cevabı verir. Senin saltanatın gözlerin açık olduğu müddetçe vardır. Oysa benim saltanatım ise, gözlerimi kapadığımda başlar. İşte sevgi, işte merhamet, işte şefkat böyle olmalı diyor Hz. Mevlana (r.a.)

         Hayatta hiçbir şey bizleri olduğundan fazla sevindirmesin, her iki halde de tevekkül edilmeli. Yani sevgide de, nefret de de müsavi olmalıyız. Ve lâyık olmadığın bir şeye sahip olduğunda hiç sevinme; lâyık olmadığın şeye sahip olmakta bizlere zulüm olur. Sıkıntı verir, sitem verir. Verir de verir. Amma alma gücümüz olmaz. Yenik düşeriz. Yazık olur bize. Benliğimize. Bizi biz eden değerlere…

         Sürekli sevinmek yerine Efendimiz (s.a.v.)’in fermaniyle fani olduğumuzdan dolayı ikinci bir ikazı olan Gifari kabilesinden olan (Hz. Peygamber (s.a.v.)’imiz Abdullah ismini verip, Beni Gifar kabilesinden olan bu zatın kabilesi de Arabistan’da bulunan diğer kabileler gibi cahiliye devrinin her çeşit kötülüğünü işliyor ve putlara tapıyordu. Nihayet Mekke’ye gelerek Efendimiz (s.a.v.)’in tebliğini kabul edip cenneti kazananlardan olan Ebu Zer (r.a.) Adıyaman İlinin Ziyaret köyünde Osmanlı Sultanı IV.Murat tarafından Bağdat Seferi dönüşünde inşa ettirilmiş olan bir türbenin o zata ait olduğu iddia edilmiştir.) Ebu Zerr (r.a.) anlatıyor. Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki. "Ben sizin görmediğinizi görür, işitmediğinizi işitirim. Nitekim sema uğuldadı, uğuldamak da ona hak oldu. Semada dört parmak sığacak kadar boş bir yer yoktur, her tarafta Allah'a secde için alnını koymuş bir melek vardır. Allah'a yemin olsun, benim bildiğimi siz bilse idiniz az güler, çok ağlardınız; yataklarda kadınlarla telezzüz etmezdiniz; yollara, çöllere dökülür, (belanızı defetmesi için) Allah'a yalvar yakar olurdunuz." (Tirmizi Zühd 9) Bunu duyan bizler birer Anne gibi ağlamalıyız. Anne gibi… Anne! Tabi bir o kadarda gözyaşlarını içine döken baba gibi… Yani “Yitirdim yavrumu sel kenarında” manileriyle yavrusunu yitiren annenin gözyaşları gibi bizi yoktan var eden, şekil veren, rızık veren takvaca kimileri kimilerinden üstün kılan Rabbimiz (c.c.) için ağlamalıyız ki ahirette gülelim. Ne de güzel demiş Ebu Said Ebul Hayr (r.a.); “Yâdında mı doğduğun günler. Sen ağlardın gülerdi hep âlem. Öyle bir ömür geçir ki, olsun. Mevtin sana hande, halka matem.” İşte bundan dolayıdır ki; bazen de üzül ki yarın cennete gülesin. Çünkü Allah (c.c.) ağlayanları sever. Dertli, kederli, ıstıraplı, kovulmuş, itilmiş, kakılmış olabilirsin!.. Bak sokaklardan onun korkusundan geçemeyen şeytana varlığıyla onu ve onun yandaşlarını korkusu sarsan cennet ile müjdelenen, Hz. Ömer (r.a.) ne diyor. “Ben derdimi, ne dostuma söylerim, ne de düşmanıma! Zira dostum üzülür, düşmanım sevinir. Beni en iyi Rabbim (c.c.) bilir.” Diyerek bağlanıyor Ali İmran suresinin 103. ayeti kerimesine. Nedir o ayet ne diyor biz Muhammed (s.a.v.) ümmetine… "Hep birlikte Allah'ın ipine (kitabına, dinine) sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O'nun (bu) nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz." Görüşünceye dek eviniz gül, gönlünüz Gülşen olsun. Hoşça kalın dostça kalalım…

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.