BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

Rahman olan, Rahim olan, Hadi olan, Bedi olan, Reşid olan, Yüce Allah (c.c.)’ın isimleriyle başlayalım inşallah…

         Eşref oğlu Rumi’nin dediği gibi; Eğitimcinin gayesi Allah (c.c.)’ı insanlara, insanları da Allah (c.c.)’a sevdirtmektir. Öyleyse kendisi de Allah (c.c.)’ı sevmeli çünkü sevmeyen SEVDİRTEMEZ!

         Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR Merhum Hak Dili Kur’an Dili adlı eserinin 1. Cildinde şöyle dua ediyor. İlahi! Hamdını sözüme sertaç ettim, diyerek başlayan duanın bir bölümünde şöyle buyurmaktadır.“…Sen duyurmazsan ben duyamam, sen söyletmezsen ben söyleyemem, sen sevdirmezsen ben sevdiremem. Sevdir bize hep sevdiklerini, yerdir bize hep yerdiklerini, yar et bize erdirdiklerini…” Ya Rab!  diyerek dökmektedir inci tanelerini…

         Öyleyse dostlar, Allah  (c.c.) bizlere yardım ederse, kim bizimle baş edebilir? edemez. Amma ‘O’ (c.c.) bizim onu terkimizden dolayı bizi terk ederse kimse ama kimse bize yardım edemez. Vesselam…

         O halde müslüman olmamız nedeniyle Allah (c.c.)’a güvenmeliyiz. Peygamber (s.a.v.)’e güvenmeliyiz. Kur’ana güvenmeliyiz.  Bizler Rabbimin kulu olarak bir şeyler aramalıyız yani neyi arıyorsak oyuz. Neyi seviyorsak oyuz. Hz. Mevlana’nın  “Biz aradığımızı bulduk.”  buyurduğu gibi insanoğlu aradığı doğru yolu bulmuş olur.

         Dostlar üzüntüyle belirteyim ki; Yüce Rabbim kazançtan bereketi, insandan fazileti, kadından hayâ ve iffeti, karı-koca arasındaki itaati, komşudan komşuluğu, âlimden ameli, hâkimden adaleti, gönülden samimiyeti, adamdan adamlığı, süslümanlıktan müslümanlığı, namazı, tesettürü, kardeşliği, kim kiminle olacağı şuurunu kaldırmış maalesef bir zaman diliminde yaşamaktayız.

         Kardeşlerim kitapları okumakla, vaaz dinlemekle, bir türlü âlemlere Rahmet olarak gönderilen yürüyen Kur’an olan Hz. Peygamber (s.a.v.)’e benzeyemediğimizi, kör olan gönül gözümüzle olmazsa bile, feri sönen gözümüzle hepimiz görmekteyiz. İçimizi ihya etmeden, dışımızı bir türlü ihya edemeyeceğimiz gün gibi ortada. Öyleyse yapılması gereken, önce iç dünyamızı, kalbimizi, niyetimizi, sonra ailemizi, sonra çevremizi O’na uydurmak olsa gerek.        

         Sehl B.Tusteri;

         **Hz. Peygamber (s.a.v.)’i sevmenin alameti, sünnetine uymak, sünnetine uymanın alameti ahireti sevmek, ahireti sevmenin alameti ise dünyaya buğz etmektir.

         **Allah (c.c.)’ı  sevmenin alameti, Kuran-ı Kerimi sevmektir.

**Kur’an-ı Kerimi sevmenin alameti ise Hz. Peygamber (s.a.v.)’i sevmektir demiştir.

         Müslüman, kelime manası itibariyle, hayatının tamamında, Allah (c.c.)’a pazarlıksız, garazsız, yivsiz teslim olan insan demektir. Dolayısıyla müslümanın hayatı tamamı Allah (c.c.), Allah (c.c.) demiyorsa, yani aile hayatı, ticari hayatı, Allah (c.c.)’ın emir ve yasaklarına uyma konusunda, sadece dara düştüğü anlarda Allah (c.c.), Allah (c.c.) demesinin ne manası vaaar ve ne de bir değeriii!

         Oysa; Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurur, “Sen bollukta Allah (c.c.)’ı an ki, Allah (c.c.)’ta seni darlıkta ansın.”

         Benjamin Franklin’in şu sözü, ne kadar anlamlıdır: “İnsanları yöneten Allah (c.c.)’tır. Bir kırlangıç bile nasıl Allah (c.c.)’ın emri olmadan yere düşmezse, bir devlet ve millet de O’nun yardımı olmaksızın yükselemez.”

         Unutmayın; devleti meydana getiren hiç şüphesiz insanlardır. Bir gemiye benzetirsek. Gemideki bütün yolcular yanı insanlar,  gemiye gelecek zarardan tümü etkilenir. Hiç şüphesiz; millet devlet için değil, devlet millet için vardır. Bu anlayış çerçevesinde, bacası tüten veya tütmeyen, evinde huzurlumu huzursuzmu, açmıdır açıktamıdır, kar dolaplarında değil üzerinde giysisi varmıdır, yemeklerini değil ellerini ısıtacak sobası varmıdır. Veya evine kaynamak için dışarıdan bir şeyler getiremeyenden, fakirlik hastalığına yakalanmış amma utancından kimselere söyleyemeyenlerden, paltosu, ayakkabısı, çarığı, kalemi, defteri olmayan, bütün bunların üzerine evine geldiğinde o küçücük ellerini ısıtacak bir sobası olmayan yavrulardan, müslüman olarak bunların hepsinden sorumluyuz ki, hem bu dünyada, hem de ahirette sorulacak sorulmasına amma bizler nasıl cevap vereceğiz.  Hiç düşündünüz mü? Hele hele yetkili,  kelli felli olanlarda o sıranın baş sayfalarında… Çünkü ‘çoban sürüsünden mesuldür’ya aynen öyle. Hani arayıp da bulamadığımız her annenin, babanın, kardeşin, komşunun, yetimin, mazlumun vebali önce benim sonra sizin üzerinedir. Bir anne ve baba evlatlarından, komşu -  komşusundan sorumlu olduğu gibi bir öğretmen ve imam, vaiz, müftü de eğitimci olmaları hasebiyle bunların hepsinden sorumludurlar. Çünkü kendileri tatbik etmeseler bile kürsülerden Kur’an ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in emirlerinin yanı sıra O’nun güzide sahabe efendilerimizin hayatlarından verdikleri örnekler doğrultusunda mesuldürler… Adalet kalkanı olan Hz. Ömer (r.a.) şöyle buyurmadı mı? “Kenar-ı Fırat’ta bir kurt kaparsa koyunu Ruz-i Mahşerde Ömer’den sorarlar onu.”

         Dolayısıyla, anne-babalar, karı koca, öğretmenler-imamlar-vaizler-müftüler kısacası müslümanım diyen herkes şehrindeki her haneden haberi olacak. Çünkü müslüman sorumlu ve mesul kimsedir…

         İnsan olarak yaşadığımız teknoloji çağı olan bu asra baktığımız da, nimetler çok amma,  şükür yok. İskeletli insanlar çok amma omurgalı değiller, Mevlana’nın buyurduğu gibi; “Ne insanlar gördüm üzerine giyecek elbisesi yok; ne elbiseler gördüm içinde insan yok.” Bu yokları yok edecek olan kimlerdir acaba hiç düşündünüz mü? Hiç şüphesiz eğitimciler olarak kıymetli imamlar, öğretmenler, anne-babalar üstlerindeki tozları atmaları, görev ehemmiyetini düşünerek dirilmeleri sonucu, aile dirilir, komşu dirilir, çevre dirilir, belde dirilir, kısacası “O ÜLKE DİRİLİR!” Çünkü toplumun kuruluşunda üç yer ders alınması için insanlara örnek olur. ‘MABET’, ‘OKUL’ ve ‘ÇARŞI’... Bundan dolayıdır ki Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz Mekke’den Medine'ye hicret ettikten sonra ilk işi bu önemli üç şeyi inşa etmesidir. Mescid, Suffe ve Pazaryeri. Hiç şüphesiz bu üç terimin biri Dini, biri İlmi diğeri de Ekonomiyi temsil eder. Dini, ilmi, ekonomisi bozulan toplumlar hiç bir zaman müreffeh olmamış ve olamazlarda. Bunları insanların bozduğu gibi ihyasıda yine insanlarla olacaktır. Ruhu Rabbisiyle barışık olursa, Kur’anla barışık olursa, Peygamberle barışık olursa, dini, aklı, nesli selim olursa yapmak istediği her şey sağlam ve verimli olup böylece ülke kalkınır, müreffeh olur. Öyleyse dostlar sağlıklı bir toplum için, altın kadar kıymetli bu üç sahih temeller üzerine bina edilmelidir. Eğer temel çürükse, o toplumun geleceği yok demektir, karanlık demektir.

         Bu karanlıktan kurtulabilmemiz için büyük bir şuura sahip olan insanlar sayesinde, toplumlar, hayat denilen şu fani dünya hayatında kapıldıkları en şiddetli fırtınalardan dahi sağ ve selim kurtulup başarıya ulaşmışlardır. Camiler sadece namazların kılınması için değil, topluma yön vermek, istikamet vermek için inşa edilmeli tabi bunları yaparken Camii’nin yanında Camii imamında etkili rolü vardır. Ve olmalıda… Adının “CAMİ” olması hasebiyle yalnızca insanların toplandığı yer değil, insanları dağıtmaktan ve dağılmaktan beri olmalı, Eşref oğlu Ruminin dediği gibi kendisi de sevecektir çünkü sevmeyen sevdirtemez.

 

 

 

 

 

         Bu nedenle diyorum ki “İmamlar, öğretmenler, anne babalar, sorumlular dirilirse, O ülke dirilir…” Unutmayalım ki, sarık ve cübbe, seccade, mihrap, mimber bir gün gelip imamın karşısına geçip şu soruyu sormak ister biz size neyi hatırlatıyoruz? Diye soracağı gibi; Eskiden kara tahta şimdilerde yeşil yazı tahtası ve tebeşir de, Öğretmenin karşısına geçip şu soruyu sormak ister biz size neyi hatırlatıyoruz? Efendiler diye…

         İmam ben cenaze işlerine mahkûm olmuş seninle ilgilenemedim… Oysa Sarık ve Cübbe bize ölüme bakar gibi değil, hayata bakar gibi bakmalıydın...  Hâlbuki İmamların asli görevi ölüleri değil, “ÖLÜ RUHLARI” yıkamak, ölü akılları yıkamak, ölü yürekleri yıkamak ve diriltmek olmalıydı. Bu demek değildir diriler yıkanmaz haaa. Onlarda yıkanmalı… Kur’anla, İslamla…  Eğer yıkanacak diriler camilere gelmiyorsa, imamlar onları çarşılarda, pazarlarda, dükkânlarda, salonlarda, statlarda hatta kahvelerde ararbulur ve yaralarını sarar.

         Oysa onlara hayatın oyun ve eğlence olmadığını, hayatın bir mana ve amacı olduğunu ve o mana ve amacı verenin de Hz. Allah (c.c.) olduğunu, “İnna Lillâhi Ve İnnâ İleyhi Raciûn.”  “Biz Allah için varız ve Allah’a dönüyoruz.” onsuz hayatın bir anlamı olamayacağını söylemek için gitmelidir.

     Öğretmen aynı aşkla şevkle öğrencilerine kendi evladıymış gibi kendi evladına nasıl özen gösterip de Vatanına Milletine iyi bir nefer olması için çalışıyor hizmet ediyor ve okulda verdiği dersle dershanede verdiği dersler arasında bir fark gözetmiyorsa, ülke evlatlarının yitik çocuklarını, nerede kaybolmuş diyerek onları arayıp kara ve yeşil tahtanın başına getirip vatana ve millete hayırlı birer nefer olarak gece gündüz demeden onları hakkınızı helal ediniz doğum sancısı çeken anne gibi yetiştirme sancısını yüreğinde taşıdığı müddetçe, insanların istikbali için onların üzerine tir tir titreyen yürekleri taşıdığı müddetçe, Milli Eğitim Bakanlığımız böyle eğitimciyi yılın Öğretmeni, okullarını da yılın okulu ilan etmeli. Diyanet İşleri Başkanlığı da Cami imamını yılın imamı ve camisini de yılın camisi olarak ilan etmeli. Çünkü böyle cami ve eğitim ocağından gerçek manada medeniyetçi, adam gibi adam, omurgalı, imanlı, irfanlı insan, gerçek ekonomist çıkar. Görüşünceye dek sevdiklerinize gül verin gülü veremiyorsanız güliverin.

 

                                                                                                                          Yusuf ÇAKICI

                                                                                                                  Yalıhüyük/ KONYA

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.