Bizim kulluğumuz, asla sadece seccadelerin, rahlelerin, camilerin, Kur’an kurslarının, medreselerin, imam-hatip ve ilahiyatların sınırlarına hapsedilmiş bir kulluk değildir.
Bizim kulluğumuz, tüm kamusal duvarları yıkan, tüm uluslararası sınırları ihlal eden, tel örgüleri kaldıran, anayasal kısıtlamaları aşan, ekonomik ve iktisadi tezleri yerle bir eden yani siyasi, ekonomik ve uluslararası alanların tamamına müdahil olan ve büyük bir inkılâp gerçekleştiren bir kulluktur.
Çünkü bizim kulluğumuzun gayesi yeryüzünde Allah’ın istediği büyük, köklü ve kapsamlı değişim ve dönüşümü gerçekleştirebilmektir. Bu değişim ve dönüşümü gerçekleştirecek kulluk şuurunun en belirgin özelliği ise karşısına çıkan tüm engelleri aşabilecek, tüm sınırları ihlal edebilecek, tüm tehlikeleri göze alabilecek bir motivasyona, cesarete, ihlasa ve adanmışlığa sahip olmasıdır.
Bizim ibadet ve kulluk anlayışımız, en geniş manada “halifelik” kavramıyla ifadesini bulur. “Halife” kavramı kulluğun sadece birtakım ferdi ibadetlerden, tespihten, zikirden ve hayır hasenattan ibaret olmadığını en açık şekilde anlatan kavramdır.
Allah, Bakara Sûresi’nde meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” diye buyurduğunda, melekler de ona, “Biz zaten seni hamd ile tesbih ve takdis ediyoruz…” diyerek kulluktan ve halifelikten maksadın sadece tesbih, hamd ve zikir gibi bireysel ibadetlerden ibaret olduğunu sanmışlardı.
Yani ey Rabbimiz, eğer kulluk istiyorsan biz zaten seni tesbih ederek, hamd ederek ibadet ediyoruz demişlerdi. Meleklerin bu ifadelerine karşılık Rabbimiz ise, “Şüphesiz ben sizin bilmediklerinizi bilirim” buyurarak, adeta kulluğun, ibadetin ve halifelik fonksiyonun sadece tespihten, hamd etmekten ve bireysel ibadetlerden ibaret olmadığını belirtiyordu.
İşte bu nedenle bizim için ibadet ve kulluk demek, sadece bireysel ibadetler ve hayır hasenat çalışmalarından ibaret değildir. Bizim için kulluk, namaz, oruç, infak, zikir, dua gibi ibadetlerle beraber, halifelik vazifesi gereği yeryüzünün imar ve ıslahı için yapılan her siyasi, ekonomik, askeri ve uluslararası faaliyettir.
Bizim için bu yolda yapılan her teknolojik ve ilmi faaliyet ibadettir. Her basın-yayın ve medya faaliyeti ibadettir. Bu vazife gereği yapılan her sosyal ve ailevi faaliyet, her düşünsel çaba ve hatta bu hedefe yönelik her nefes alışverişi ve her kalp atışı da bir ibadettir.
Biz kulluk ve ibadet anlayışımız gereği, kıldığımız namazımızın, okuduğumuz Kur’an’ımızın, örttüğümüz tesettürümüzün, bıraktığımız sakalımızın siyasetimize, kanunlarımıza, hukukumuza, ticaretimize, aile hayatımıza da etki etmesini isteriz.
Çünkü biz biliriz ki, okuduğumuz Kur’an siyasetimize, kanunlarımıza, hukukumuza etki etmiyorsa, kıldığımız namaz bizi haksızlıktan, adaletsizlikten, rüşvetten ve torpilden alıkoymuyorsa, örttüğümüz tesettür bizi gösterişten, lüksten, israftan, gıybetten ve ahlaksızlıktan alıkoymuyorsa, bıraktığımız sakal bizi daha ahlaklı daha adil ve daha merhametli yapmıyorsa bizim ibadetlerimiz, sadece camilere, seccadelere ve rahlelere hapsolmuş demektir.
Oysa bize düşen, “Benim namazım-niyazım, (hac, kurban gibi) diğer bütün ibadetlerim, kısaca hayatım ve ölümüm, âlemlerin rabbi olan Allah içindir” (Enam, 6/162) İlahi talimatında bildirildiği gibi “benim ferdi hayatım, aile hayatım, iş hayatım, ekonomik hayatım, hukuksal hayatım, siyaset hayatım, ilmi hayatım yani bu dünya hayatında nefes alıp verdiğim her zaman ve mekân, doğum ve ölüm arasında yaşadığım her an âlemlerin rabbi olan Allah içindir” demek ve bu sözün gerektirdiği hayatı inşa etmek için gayret etmektir. İşte bu bilinçle yapılan her iş ibadettir.