İnsanların çoğunun akıt giden zaman ile ilgili şikayetlerini bulunduğumuz her ortam da dinleriz.Bazıları günlük hayatta zamanın yetmediğinden yakınırken bazıları ise zamanın geçmediğinden yakınırlar.Her ikisinde de insanın yaşama bakış açısı ile ilgili olarak bilinç altındaki olay ve olguların uzantılarının bilinç üstüne vurumu olarak algılamak mümkündür. Bir insan bulunduğu ortam da nitelikli zaman geçiriyorsa, bulunduğu ortam da mutlu ise zamanın nasıl geçtiğini fark etmeyerek ,zamanın hızlı geçtiği savını ileri sürmektedir. Ama insan bulunduğu ortam da nitelikli zaman geçirmiyorsa, bulunduğu ortam da mutsuz ise zamanın hiç geçmediğinden yakına bilmektedir.İki farklı düşünce yapısına sahip insan aynı yerde yaşamasına rağmen olay ve olgulara vermiş oldukları farklı anlamlar ve tepkiler nedeniyle aynı olaya farlı yaklaşabilmektedirler.
Olay ve olgulara farklı yaklaşan bireylere toplumun bir zenginliği olarak bakmak iyimser bir yaklaşım olsa gerek.Bu farklı yaklaşım toplumun gelişmesi ve toplumu oluşturan insanların birbirine karşı hoşgörülü olabilmesi için gerekli gibi gözükmektedir.Zira insan içinde bulunduğu ortamı kendisi seçmektedir.Ortamda bulunan insanların birbirleriyle olan ilişkileri, birbirlerine karşı yaklaşımları, bulundukları ortamın gelişmesine karşı çabaları, farklı olmakla beraber aynı hedef doğrultusunda bütünleştirilmesiyle birlikte bir anlam kazanabilecektir.Bu ise toplumsal barışın temelini, ana gövdesini oluşturmaktadır.Gövde ne kadar sağlam ise ufak tefek toplumsal tartışmalardan ve kişiler arasında oluşan önyargılardan etkilenmesi o kadar az olur. O zaman toplumu oluşturan bizler ufak tefek gerginliklerle birbirimizi kıracağımıza, toplumsal barışı sağlamış ülkelere gıpta ile bakacağımıza, bu barış ve huzur ortamının oluşması için elimizden gelen çabayı ortaya koymalıyız.Şuna inanmamız gerekir ki,herkes içinde bulunduğu şartlarda elinden gelenin en iyisini yapmak zorunda hissetmelidir kendisini. Ancak toplumsal olarak böyle gelişebilir , yeni gelişmelere kendimizi hazırlayabiliriz.
İnsan olarak dünya da durduramayacağımız tek şey akıp giden zamandır.Mutlaka her olay belli bir zaman diliminde meydana gelmekte, sonraki zaman diliminde de oluşan olay ve olguları değerlendirerek , sebep sonuç ilişkilerini analiz ederek üzerinde kaldığımız zaman diliminde veya önceki olay ve olguları değerlendirerek gelecekte yaşayacağımız zaman dilimiyle ilgili öngörülerde bulunabiliriz. İnsana en zor gelen yapmak istemediği bir işi yapmak istemediği bir ortamda yaptırmaya çalışmaktır.Çünkü kişinin bulunduğu ortamda iyi bir performans sergilemesi için kendisini baskı altında hissetmemesi gerekir.Modern yönetim anlayışı insanların verimli olabilmesi ve performanslarının artırılması için mutlaka onların isteklerinin dinlenmesi ve çalışma şartlarının ona göre düzenlenmesini gerekli kılmaktadır.Despotik bir yaklaşımla bulunduğu ortamda çalışmak istemeyen bir insanı orada çalışmaya zorlamak o kişinin isteklerini veya beklentilerini yok saymak kişinin performansını düşürecektir.Bu nedenle insanları bulundukları ortamda en fazla beş yıl çalıştırmalıdır. Bu yaklaşımı hayata geçirebilirsek kurumlar kişiye göre değil ,birlikte çalışanların oluşturduğu kurum kültürüne göre işleyecek, birlikte çalışmanın hazzına insanlar varacak ve çalıştıkları zaman diliminde etkin olabileceklerdir.Bunu sağlayabilmek için her hangi bir yasa ve yönetmelik değişikliğine ihtiyacımız olmamadır.Öncelikle birlikte çalıştığımız kişilerin insan olduğunu ve hizmet sektöründe moral mesleği yaptıklarını ve onların da dilek ve isteklerinin olabileceğini ve bizim onların bu isteklerini etkin zaman kullanımı açısından değerlendirmemiz gerektiği anlayışını geliştirmeliyiz.Bunu sağlamak elimizde.Sadece onların sorunlarını çözebilmek için etkin olarak dinlemeyi bilelim. Dinlemek anlamının ,anlayış geliştirmenin temelini oluşturur.
Cemal ŞAHİN 29/12/2008

