ULA SEN SEYDİŞEHİR! ŞEHİR MİSİN, ZEHİR MİSİN?
26 yıl devlet görevi yaptıktan sonra, İzmir’i, İstanbul’u, Akdenizi, Karadeniz’i elimin tersiyle itip, doğduğum toprakların vilayeti Konya’ya yerleşmeye karar verdim.
Her karış toprağında her bir taşında ayak izlerimin bulunduğu, korusundaki meşe ağaçlarının kabukları arasında derilerimin koptuğu, deresinden eğilip sular içtiğim, tarlalarında serçe kovaladığım, oğlak sesine vurgun, bülbül sesine aşina, söğüt gölgelerinde dinlendiğim, bahçelerinden, çiçeği burnunda erik çaldığım, suyuna havasına yıllarca hasret kaldığım köyüm Oğlakçı’da bulunan anamın, babamın, zaman zaman gidip ellerini öpebilmek, onlara yakın olabilmek maksadıyla yerleştim Konya’ya.
Çocukluğumda ve gençliğimde, yollarını yaya olarak ezdiğim, dağlarını, tepelerini sık sık gezdiğim köyüm... Sana olan hasretimi gidermenin yolu sana ulaşmak biliyorum. Seni uzaktan sevmek bana zül biliyorum... Ne yapayım ki yolların berbat... Yolların harabe... Yolların çukur çukur... Yolların yoksul... Yolların sahipsiz... Sen mahzunsun, yolların senden mahzun... Nasıl ulaşayım ki sana? Zaman 1970’ler değil ki yürüyerek, koşarak geleyim. Ayaklar yorgun artık, dizler dermansız, beden çekmiyor yükü, zaman 2012...
Bu ülkeninkaynakları neden ulaşmaz sana? Bu ülkenin imkanları senden neden uzak? Bu ülkenin yetkilileri neden görmez seni? Suçun ne senin? Ne kusur ettin de cezalısın? Yetmiyor mu çektiğin çile? Usanmadın mı, yorulmadın mı yoksulluktan, igisizlikten?
Geçen hafta sana gelmek istedim. Konya’dan Çavuş’a kadar 45 yaşında ancak sahip olabildiğim ve 7 yıldır kahrımı çeken otomobilimle hiç bir sorun yaşamadan, sohbet ede ede seyrettim “Amerikanvari gidişli gelişli” devlet yolunda... Çavuş’tan ötesi ise, yani 8 kilometrelik Oğlakçı Yolu, yıllardır tam bir rezalet... Çocukluk ve gençlik yıllarımda; yırtık ayakkabılarla yaya olarak cebelleştiğim yollarda, şimdi de; dişimden tırnağımdan artırarak, 45 yaşında ancak sahip olabildiğim ve 7 senedir de kahrımı çeken arabamla seyrederken cebelleşiyorum. Arabamın altını yerlere sürte sürte, neredeyse Konya’dan Çavuş’a ulaştığım süreyi , 8 kilometrelik yolunda harcayarak ulaşıyorum sana. Gönül rahatlığıyla, tatlı tatlı, birazcık da huzurla ulaşamayacak mıyım sana? Ömrüm bitti, yolun bitmedi...
Diyeceğim şu ki; 40 yıl önce sana yaya olarak hangi zorluklarla ulaşıyorsam, şimdi de arabamla ama daha farklı zorluklarla ulaşıyorum. Kısaca sen zorlukların, meşakketlerin, çillelerin yurdusun. Sen otur ve haline ağla... Atı alan Üsküdar’ı geçiyor nasılsa... Nasılsa memleketi yönetenler, ilgililer her gün sana gelmiyorlar. Belki de hiç gelmiyorlar. Gelselerdi eğer, çekselerdi o çileleri, belki içleri parçalanır ve derdine çare olurlardı. Belki de senin varlığından bile haberdar değil onlar.
Çık da Eğri Kaya’nın başına, dön yönünü Seydişehir’e ve 50 yıl önce yaşamış Hasan Emmi’nin bağırdığı gibi, avazın çıktığı kadar bağır...
“Ula sen Seydişehir! Şehir misin, zehir misin?”