Seydişehir Belediyesi’nin bu yıl ikincisini düzenlediği ‘Kitap Günleri’ 15 Temmuz Milli İrade Meydanı’na kurulan dev çadırlarda kitap dostlarının aynı mekânda birçok yazarla da buluşma imkânı bulup bayram ettiği günler oldu bana göre.
Davetli yazarların birçoğunun Şaban Cengiz kültür Merkezi’nde konferanslarının ardından Milli İrade Meydanı’ndaki çadırda kitaplarını imzaladıkları anlar, okurlarla-yazarlar arasında mesafelerin en aza indiği bu bakımdan samimi ve sıcak duyguların paylaşıldığı mutlu anlar oldu.
Kitap Günleri biterken önceki akşam aldığım birkaç kitaptan konusu bakımından çok da ilgimi çekmeyen birini başka bir kitapla değiştirmek için çadıra girdiğimde arkadaşlarımdan biriyle karşılaştım. Selamıma karşılık vermekle vermemek arasında kısa bir tereddüt geçirdiğini düşündüren bir tavrını gözlemlediğim arkadaşım ısrarımla durdu. Yüzünde bu karşılaşmadan hoşlanmadığını belirten memnuniyetsiz, kötümser bir hal vardı sanki. Ne zaman karşılaşsak adeta ya görmezden gelen yahut başını başka taraflara çevirerek yürüyüp gitmeye devam eden bu eski arkadaşıma neden böyle davrandığını sordum. Konunun benimle ilgisi olmadığını, dostlukların, arkadaşlıkların her şeyin çürüdüğünü, yok olup gittiğini söyledi. Ortak arkadaşlarımızdan biriyle görüşüp görüşmediğimi sordu, sık olmasa da görüştüğümüzü söyledim. Kendisi vefasızlığına hükmettiği o arkadaşla tam kırk yıldır konuşmadığını söyleyip bu karşılaşmamızı da kısa tutmak isterken dikkat ettim, arkadaşımın yüzünde tebessümden ışıktan eser yoktu.
Her türden kitaplarla dolu çadırdan ayrılıp bulvara doğru yürürken ‘Kendinde ara!’ diyen bir kadim ikaz lambası yandı sanki gözümün önünde. Bu evrensel uyarıyı muhtemelen aynı şehirdeki kardeşleriyle bile sağlıklı bir iletişimi olmadığını düşündüğüm bu arkadaşa az önce yapmadığım için bir pişmanlık duygusu kapladı içimi. Sonra “kendini bu umumi çürümeden müstağni mi sayıyorsun Hacı?” diyen iç sesimin uyarısıyla böyle bir tasarrufta bulunmamamın daha iyi olduğunu düşündüm; zira yüce Rabbimizin Kitab-ı Keriminde nefsimizin her zaman kendimizi haklı olmasak bile hoş olmayan davranışlarımıza arka çıkıp bunları kendimize süslü göstermek gibi sinsi tuzakları olduğunu hatırdım. Yaşadıklarımız, hissettiklerimiz tam da buydu işte.
Kitap Günleri’nde bütün kitapların bir kitabı anlamak için olduğu sloganı görülebilecek her yere yazılıyordu. Bu kitap Allah’ın hayatlarımızı vahiyle inşa etmemiz için şerefli elçileriyle insanlığa gönderdiği ayetlerdi. Bir türlü anlamıyor, anlamak için yeterli gayreti de gösteremiyorduk işte. Sonra da her türlü kötülüğü, fenalığı, çirkinliği ve çürümeyi kendi dışımızda hep başkalarının yapıp ettikleri organize işler olarak algısına kapılıp öylece mutlu olacağımızı umuyorduk. Lakin böyle bir şeyin olmadığını ve asla olamayacağını bilsek de kabullenemiyorduk bir türlü.
Her olayda topu taca atmak gibi bir huyumuz var. Hacı Bektaş Veli’nin yüz yıllar önce dile getirdiği bu yalın gerçeği dilimize ve gönlümüze nakşedip bakışımızı ve duruşumuzu ona göre şekillendirebilsek hep başkalarından şikâyetçi olmaya ihtiyacımız kalmayacak. Şöyle demiş Hazret:
“Hararet nardadır sacda değildir
Keramet baştadır tacda değildir
Her ne arar isen kendinde ara
Kudüs’te Mekke’de Hacda değil
Sakın bir kimsenin gönlünü yıkma
Gerçek erenlerin sözünden çıkma
Eğer insan isen ölmezsin korkma
Aşığı kurt yemez uçta değildir”
Şehit cenazesinde adam konuşuyor:
“Bu kafayla terör bitmez kardeş!”
Hangi kafayla biteceğine dair bir önerin, bir planın bir çaban var mı?
…
“Hep fakir fukara, gariban insanlara oluyor!”
Ne demek istedin şimdi? Bu söz hangi yaraya merhem olacak, hangi acıyı dindirecek, neyi nasıl halledecek?
…
‘Ben ne yaptım yahut ben yapmadım da böyle bir sonuçla karşı karşıya kaldım?’ sorusunun ne kadar umurumuzda olduğu konusunda kendi içimize projektör tutmadan insanları yargılama huyundan derhal kurtulmamız gerekiyor.
Gökhan Özcan’ın ‘Kendi Sözüyle Sarhoş’ başlıklı yazısında Pisagor’dan naklettiği vecizeyle bitiriyorum: “Ya susmak ya da suskunluktan daha kıymetli bir söz söylemek gerekir.”
Selamların en güzeliyle…
H. Halim Kartal 28 Nisan 18