Kendilerini bir kültüre, bir dünya görüşüne, bir ideolojiye, bir partiye bir gruba bağlı görenler, karşı oldukları veya mücadele ettikleri rakiplerinden “bunlar veya onlar” diye söz ederler. Böyle konuşanlar göre ‘bunlar, şunlar onlar’ her nerede ve ne işte iseler, sürekli olarak fitne fesat icat etmekle meşguldürler. Ve onların bu ardı arkası kesilmez dalavereleri sebebiyle kendilerine bu âlemde huzur yoktur.
Bu günlerde birilerine ben de fena halde bozuluyorum, fena halde canımı sıkıyorlar!
—Kimler?
—Kim olacak canım, onlar işte!
— Ne yapıyorlar mesela?
—Kardeşim, ne yapmıyorlar ki! Her şeyi yapıyorlar. Hem her bir şeyi yapıyorlar, hem “biz yapmadık” diyorlar. Zıpırlık yapanlar kendileri değilmiş gibi dövdüklerini suçluyorlar. Şikâyet etmeye kalksan mahkemede duruşlarıyla, bakışlarıyla öyle bir “hııı!” diyorlar ki şikâyet için gelenlerin değil şikâyete ayakta durmaya bile mecalleri kalmıyor. Türkan Şoray (Sultan)/ Bulut Aras/ Şener Şen filmindeki gibi…
Bazı tarafları beğenilmese de az çok herkes tarafından kabul edilmiş olan düzen ve disiplin kurallarına uymuyorlar. Bazen kendilerinin belirlediği kuralları sıkıştıklarında mızıkçılık edip kendileri bozuyorlar. Kısaca onlar var ya işte onlar…
Hem apaçık bir haksızlık yapıyorlar hem hem haksız olduklarını söyleyenlere sövüyorlar.
Hem tecavüze yelteniyorlar hem de içlerinden birinin ışıkları yakmasıyla düştükleri suçüstü pozisyon sebebiyle utanıp yüzleri kızaracak yerde ‘beni kim ispiyonladı ulan?’ kabadayılığına vurduruyorlar işi.
Hem misafir oldukları hane halkından her türlü ikramı izzeti görüyorlar hem bu hanedekilerin her şeylerinin kendilerine mubah olduğu düşüncesine kapılıyorlar.
Son günlerde üzerinde yaşadığımız gezegende meydana gelen kimi olaylar, bu olayların basın yayın organlarından efkar-ı umumiyeye yansıtılış biçimiyle olacak, kendimizi zaman zaman bu ve bunun gibi birtakım karşıtlıkların, çarpıklıkların anaforuna kaptırmış gibi hissettiğimiz anlar oluyor. Onlar ve canımızı sıkan halleri uzayıp giderken bu bağlamda alkıma “Onlar” başlığıyla yayımlanmış birkaç şiir geliyor. Bu şiirlerden biri Mehmet Çınarlı’nın.
ONLAR
“Sustuk, sabırla her şeyi öğrettiler bize
Sevdikçe nefret etmeyi öğrettiler bize
…
Bin bir düzenle saygıyı, imanı öldürüp,
İnkârı, kini, şüpheyi devrettiler bize
Kaynarken ortalıkta cehennem kazanları
Cennet, barış masalları dinlettiler bize
Bizsiz ayakta durmaya yetmezdi güçleri
Her gün bizimle güçlenerek yettiler bize”
Şairimizin “onlar” dediği kimselerden canının çok yandığı belli oluyor. Edebiyatımızda ‘Hisarcılar’ olarak tanınan topluluğun gözde şairlerinden Çınarlı’nın bu şiiri her yönüyle oldukça manidar bulduğum şiirlerden biridir.
İkinci şiir Oktay Rıfat Horozcu’ya ait. O.Rıfat da edebiyatımızda kendilerini ‘Garip’ olarak adlandıranlardan… Onları bir de Horozcu’dan tanıyalım:
ONLAR
“İçlerinden geçeni anlıyorduk,
Söyleyemediklerini.
Yoksulsunuz, iğrençsiniz diyorlardı,
Ne giysiniz var dolabınızda,
Ne iki türlü yemeğiniz ne de paranız.
Sevginize karnımız tok, özgürlükse
Özgürlük bizim için.
Sırıtmaya bile gerek duymadan,
Arkalarını dönüyorlar soframıza.
Oysa biz alın terimizi bölüşürüz,
Yağma ve harç/ haraç bilmeyiz.
Tütünü öküz için icat ettik,
Sürerken bir cıgara içimi dinlensinler diye.
Öküz bizsek hani soluk alacak vakit nerede?
Bu yüzden hor bakıyorlar bize.
Kanımızı içtiklerinden
Bencillik en büyük bereket onlara.
Beylikleriyse,
En büyük dolap.”
Sen, ben…
Onlar…
İçimize bu sen ben tefrikasını kim soktu ise en büyük başarı şüphesiz ona ait. Çünkü bu sayede yani bizi birbirimize düşürüp hem bize ait zenginliklerimiz adına birikimimiz olan ne varsa alıyorlar hem de kıs kıs gülüyorlar halimize.. “Amma da budalaymış bunlar!” diyerek.
Ne çare ki Âşık Veysel’in dediği gibi aramızda başka başka fikirler var ve bu fikriyatın tarafları birbirlerine hayat hakkı tanımak istemiyorlar.
Bu sen ben kavgalarıyla başımıza gelmeyen kalmadı. Nedenini hep ‘bunlar, şunlar, onlar’da arayıp ‘biz’i hesaba çekmediğimiz sürece de daha neler gelir bilinmez.
Hayırlısını dileyelim.
Selam ve dua ile…
Hacı Halim KARTAL