İnsanın yeryüzü macerasındaki bütün zamanlarda ve mekânlarda doğruluğu büyük ölçüde kabul görmüş bir sözdür bu.
Cahit Sıtkı Tarancı ‘Otuz Beş Yaş’ şiirinde ‘Su insanı boğar, ateş yakarmış’ der ya; onun gibi genel olarak ateş, birçok şeyi ve yeri yaksa da en yaman yakıcılığını en çok düştüğü yerde hissettirdiğini biliriz, söyleriz.
Dün anneler günüydü. Bu sabah haberleri izlerken ekranda ‘Gazze’de Anne Olmak’ başlığı ile verilen can yakıcı seslere ve görüntülere rastladım. Harabeler arasında bir kız çocuğun ağıtından bir cümle verildi alt yazılı: “Canım annem keşke senin yerine ben ölseydim!’ Sonra kucağında ciğerparesinin parçalanmış bedenini taşıyan bir annenin kimsenin duymadığı ve bu gidişle duymayacağı hıçkırıkları… Ve o küçücük ölüm ülkesinde yıllardır yaşanan gerçeğin özeti olabilecek alt yazı: ‘Gazze’de annelerin kucakları bomboş kaldı.’ Haber, bir ‘Anneler Günü’nde orada yaşananları anlatan şu içerikte cümlelerle son buldu: Gazze anneleri, gözyaşlarıyla şehit olan çocuklarına sarıldılar.
Anneler ve çocuklar; dünyanın en acımasız, en hayâsız, en kanlı saldırılarını da en büyük vahşetleri ve zulümleri de denilebilir ki bu küçücük ölüm ülkesinde görüp yaşadı modern denilen çağlarda.
Ateşin düştüğü yerlerdeki annelerin ve çocukların yaşadıklarını, hissettiklerini rahmetli Sezai Karakoç ne güzel anlatmıştır:
Anneler ve Çocuklar
“Anne öldü mü çocuk
Bahçenin en yalnız köşesinde
Elinde siyah bir çubuk
Ağzında küçük bir leke
Çocuk öldü mü güneş
Simsiyah görünüyor gözüne
Elinde bir ip nereye
Bilmez bağlayacağını anne
Kaçar herkesten
Durmaz bir yerde
Anne ölünce çocuk
Çocuk ölünce anne”
Biz ne yapalım yahut ne yapabiliriz?
Şerif Benekçi’nin bir romanına verdiği isim gibi ‘Şimdi Ağlamak Vakti’ deyip bir köşede ağlayalım mı?
Elbet hayır!
Şimdi ağlamak vakti değil, şimdi anlamak vakti…
Bakmayın böyle dediğime; çünkü söylemesi kolay!
Önce kendime soruyorum… Sen anlayabildin mi?
Ağlama konusunda da, anlama konusunda da karnelerimizin maalesef kırıklarla dolu olduğunu düşünüyorum.
Bakıyorum da…
Gazze yanarken, külleri göklere savrulurken hiçbir şey değişmedi alışkanlıklarımızdan…
Gazzeli bir dilim ekmeğin, bir damla suyun hayalini bile göremez hale geldiği cehennemi yaşarken bir tek öğünü atlamadık, bir kap eksilmedi mükellef sofralarımızdan.
Filistinli annelerin Gazzeli çocukların bedenleri lime lime doğranırken yeme içme, gezip tozma, israf ekonomisine hız katma konforumuzda değişen pek bir şey olmadı.
Yurt içi, yut dışı gezilerimizde lüks otellerde ‘Gülelim, oynayalım, kam alalım dünyadan’ diyen Lale devri şairi Nedim kavlince yaşadık.
Orhan Veli’nin ‘Cımbızlı Şiiri’ni hatırladım ilçemizin medar-ı iftiharı Ercan Arslan Bey kardeşimin yerden göğe kadar haklı sitemini okurken.
Halimizin bu şiirde anlatılan garipliğe çok benzediğini düşündüm:
“Ne atom bombası
Ne Londra konferansı
Bir elinde cımbız, bir elinde ayna
Umurunda mı dünya!”
Selamların en güzeliyle…
Hacı Halim Kartal/ 12 Mayıs 2025

