BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

Bir bayram daha kaldı geride.

        Onca sene gelmesini hep özlemle beklediğimiz nihayet yaşadığımız bayramlara bir yenisi daha eklendi ve o da diğerleri gibi hızla geçip gitti diğerlerinin yanına.

        Her bayram eş- dost-akraba, memleket- millet ve tüm insanlık için iyi dilek ve temennilerde bulunduk; bayramların gönlümüzden geçen tüm iyiliklere ve güzelliklere vesile olmasını istedik.

        Sonra döne dolaşa geldiğimiz yerlerde değişen pek bir şey olmadığını gördük.

        Ne demek şimdi bu?

        Hep aceleci ve sabırsızdık; gene öyleyiz.

        Sözlerimize ve davranışlarımıza bir incelik gelecekti, daha önce pek çok defa yaptığımız gibi bir hiç yüzünden incitmeyecek, kırıp dökmeyecektik kimseyi; gene incitiyor, gene kırıp döküyoruz.

        Mülkün gerçek sahibinin Allah’ın olduğunu her fırsatta ifade ettiğimiz çevremizde doğamızda bize en iyi yakışan adam gibi adam tavrı‘mülkün sahibine teşekkür makamındaki emanetçiler’ olmaktı. Bu hassasiyet ile hareket etmemiz gerektiğini hatırlamaya çalışır gibi olduğumuz bayram ikliminden çıkınca eski normallerimize hızlı bir dönüş yapıyor, bu konuda da kayda değer bir mesafe kat edemediğimizi görüyoruz.

        Çalınmadık kapı, hali-derdi sorulmadık gariban bırakmayacaktık; fakat tercihimizi en görünür mekânlarda bulunma yönünde kullandık. Bu nedenle hele ki sorumluluk makamında olanlarımızın yıllardır ayak basmadıkları sokaklara dillerinden düşürmedikleri iyi dileklerden iyilik ve güzellik adına hiçbir şey düşmedi.

        Bayramlara, kendi başlarına düşündüğümüz, olmasını arzu ettiğimiz şeyleri icra eden öznelermiş gibi tuhaf bir anlam yükleyerek kendimizi ‘pasif rollerle oyalanma’ gibi hastalıklı bir yola sürüklediğimizin izlerini görüyorum bu ahval ve şerait içindeki manzaramıza bakarak.

        Bayramlara anlamını veren şeylerin o günlerde yapılan güzel iş ve eylemler olduğunu unutarak mübarek gün ve gecelerde olduğu gibi bayramlarda da kutsallık aradık. Hâlbuki bir şey hakkı verilerek değerlendirildiğinde bereketlenir, bereketlenen şey o şartla mübarek olurdu. Unuttuk yahut bir şeyin hakkını vererek yaşamak işimize gelmedi.

       

        ‘Kovulmuşların Evi’ adlı eserin yazarı Ali Ayçil’e göre’ helakimizin nedeni kendimizden başkası değil’dir. Başımıza ansızın geliveren şeyler; geleceğine inanmadığımız gibi ihtimal dahi vermediğimiz şeylerdi. Yapabilecekken yapmadıklarımız, görebilecekken görmediklerimiz, verebilecekken vermediklerimiz hülasa sorumluluk bilinciyle hesabı verilebilir bir yaşama biçimini tercihimiz yapacakken yapmamamız sebebiyle oluyordu. Bardağı taşmasına son damlanın sebep olduğunu sanıyorduk da öncesini görmüyorduk.

        Bu bayram misafirim, şair- yazar- öğretmen- yapımcı Ali Ayçil idi. Vakıa bu misafirlik fiili değil, yukarıda adını zikrettiğim eseri ile olmuştu.

        İlçemiz Halk Kütüphanesine ne zaman uğrasam aldığım her kitabı kaydeden görevliye ‘İşte bugünkü misafirim!’ diyor, evime bir süre sohbet edeceğim o misafirle gidiyorum.

Kitapsever bir dostumun tavsiyesiyle okumak istediğim Ali Ayçil’in beşinci kitabı imiş Kovulmuşların Evi. 2007’de yayımlanmış denemeler…Çoğu bir hikâye edişle başlayan bu yazılarda, "dünya" imgesi etrafında hayatın çeşitli görünüş ve hâlleri ele alınıp işlenmiştir. Hayatın ayrıntılarına sıradandan farklı bir gözle baktığı denemelerinde şiirli ve akıcı bir dil en dikkate değer özelliği denemelerin.

Kovulmuşların Evi’ndeki denemeleri okurken ‘Sosyal Bilgiler’ başlıklı olanda ‘ansızın’ kelimesi ile başlayan dört paragrafta, hayatı farklı pencerelerden bizim gördüğümüzden farklı görmüş, bizim okuduğumuzdan farklı okumuş; başımıza bir şeyler ansızın gelmeden sorumlu davranmaya çağıran duyarlı bir insanın kalp atışlarını duydum. İnsanımıza, toplumumuza, ‘modern’ denilen zamanlardakarşı karşıya olduğumuz sorunlara ince dokunuşlarla dikkat çekildiğini gördüm.

“Ansızın büyüyor çocuklar. Daha bir kediyi görmeden bir savaşın görüntülerini izliyorlar ekranlardan. Kuş eslerinden önce bir bilgisayar oyununun gürültülerini tutuyoruz kulaklarına; parfümün kokusu sabundan önce geliyor. Bu küçük bedenlerin içinde peyda ettiğimiz hormonlu hafızanın bir gün nasıl bir felakete yol açacağını düşünmeden, gururla ‘artık her şeyi biliyor çocuklar’ diyoruz.  Alelade müziklerin, ölüm sahnelerinin, çıplak görüntülerin, hırçınlığın ve telaşın boca edildiği küçük kelepir evlerde, bu her şeyi bilen insan yavrularının aklı karanlık bir ormana dönüyor oysa. Bir gün onları kendi bedenleriyle hayatın içerisine bıraktığımızda, izledikleri filmlerin korkularına benzer bir korku, oynadıkları eletronik oyunların heyecanına benzer bir heyecan bulamadıkları için, bu tekdüze dünyadan öç almayı deneyecekler. Ya fazlasıyla içlerine kapanarak yapacaklar bunu, ya fazlasıyla saldırganlaşarak. Adını çocukluk koyduğumuz o büyük uygarlık, büyüklerin sorumsuz zevkleri tarafından işgal edildikçe, soyumuz daha bir vandallaşacak…”

Kitaplar arasında çok mutlu olduğunu düşündüğüm görevli aynı zamanda şiiri seven,  henüz yayımlanmamış şiirleri olduğunu bildiğim iyi bir okuyucu. O gün, bana verdiği misafirin kayıtlarda üç eseri olduğunu söylemeyi de ihmal etmedi. Sağ olsun.

Ayçil’den son bir not:

        “Anlıyoruz ki, helak olmak için ille de gökten büyük bir cezanın inmesine gerek yokmuş. Hiç belli etmeden, küçük küçük de gelebilirmiş helak. Anlıyoruz ki, bizim helakimiz kendimizden başkası değilmiş…”  

        Selamların en güzeliyle…

        Hacı halim Kartal/ 04 Temmuz, 2023

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.