BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

Ramazanlarda akla gelen ilk sofranın iftar sofrası olmasından daha güzel olanı rahmetli Barış Manço’nun o meşhur şarkısında dostlarını buyur ettiği Halil İbrahim Sofrası’dır elbette; Allah’ın arzınca büyük ve yarattığı sayısız nimetler kadar çeşitlidir çünkü.

        Ne güzel, ne zengin çağrışımları vardır bu tamlamayı oluşturan her bir kelimenin…

        Halil ve İbrahim adlı birbirini çok seven bu nedenle ürettiklerini paylaşırlarken her birinin diğerinin daha fazla pay alması için fırsat kollayan kardeşlerin fedakârlıkları açık ara önde gelir.   

        Allah Halil İbrahim bereketi versin!

Bu dua, kendi dilimizle yaptığımız ta gönülden kopup gelen dualarımızın baş tacı olur mesela gördüğümüz her ikramın ardından…

Ama mesele fedakârlıksa, cömertlikse, iyilikse ve her şeye rağmen ikramda bulunacak bir kul arayıp bulma çabası ise asıl örneklik Hz. İbrahim’dedir(as) kuşkusuz.

        Hz. İbrahim; kerim kitabımız Kur’an’da hakikat arayışı, mücadelesi, sadakati, dostluğu ve güzel örnekliği ile ismine en çok rastladığımız peygamberlerdendir. Batı dillerine ve kültürüne Abraham olarak yerleşmiştir. İbrahim Peygamberin Rabbi’ne yakınlığı Kur’an’da Halil yani ‘dost’ kelimesiyle ifade edilir.

        İbrahim kimdir, insanları davet ettiği nasıl bir sofradır?

        En iyisi, Kur’an’ın indirildiği ay olduğu için Kur’an ile daha çok haşir olmaya çalıştığımız Ramazan’da yüce Rabbimiz’in kendisine dost edindiğini beyan ettiği İbrahim’i (as) Kur’an’dan tanımaya çalışmak. Bakalım İbrahim kimdir, kim değildir.

        “İbrahim, ne bir Yahudi, ne de Hıristiyan idi, ama kendini Allah’a teslim ederek her türlü batıldan yüz çevirmiş biriydi ve O’ndan başka bir şeye ilahlık yakıştıranlardan değildi.” Ali İmran/ 3

        “Şüphesiz, insanların İbrahim’e en yakın olanı, elbette ona uyanlar, bir de bu peygamber (Muhammed) ve mü’minlerdir. Allah da mü’minlerin dostudur.” 3/ 68

        “De ki: Biz, Allah’a; bize indirilene; İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve onun nesinden gelenlere indirilene; Rableri tarafından Musa’ya, İsa’ya ve (diğer) tüm peygamberlere bahşedilene inanırız; onlar arasında hiçbir ayrım yapmayız. Ve kendimizi O’na teslim ederiz.” 3/84

        “Bakın, ben batıl olan her şeyden uzak durarak yüzümü gökleri ve yeri var eden Allah’ çevirmekteyim ve ben O’ndan başkasına ilahlık yakıştıranlardan değilim.” En’am/79

        “Sonuçta (ey Nebî), sana da şöyle vahyettik: “Her türlü şirkten yüz çeviren İbrahim Milleti'ne uy; zira o Allah'tan başkalarına ilâhlık yakıştıranlardan değildi!” Sonra da sana, "Bir Hanif olarak İbrahim'in yoluna tabi ol diye vahyettik.” Nahl/123

        “Bütün varlığıyla Allah’a adanan, sürekli iyilik yapan ve bir muvahhid olarak İbrahim’in iman ailesine –ki Allah İbrahim’i dost edinmiştir- tabi olan kimseden daha güzel dinli biri olabilir mi?” Nisa/125

         Enbiya, Şuara, Ankebut, Saffat gibi birçok surede kıssası anlatılan Hz. İbrahim, tüm insanlığı sadece âlemlerin Rabbi olan Allah’a kulluğa çağırıp O’na hiçbir şeyi ortak etmemeleri konusunda hayatını imanına şahit kılarak örnek olmayı başarmış önder şahsiyetlerden biridir. O’nun çağrısına uyanların Allah’ı hesaba katarak yaşadıkları her yer dolayısı ile Allah’ın her nimeti Halil İbrahim sofrası demek değil midir?

        Siyasi liderlerimizden birinin siyasi bir faaliyeti bağlamında kendisiyle birlikte hareket etmeye çağırdığı başka bir siyasi lideri ziyaret amacını, olayı izleyen gazetecilere ‘Halil İbrahim sofrasını büyütmek’ olarak açıklamıştır.

        Halil İbrahim yahut Allah’ın kendisine dost edindiğini söylediği İbrahim Halil, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak isteyen Allah’tan aldığı mesajları insanlara iletmekle görevli şerefli elçilerden biri olduğuna göre Halil İbrahim sofrası nasıl bir sofra olabilir? Sofra ile kast edilen tüm insanlığı mutluluğa ulaştıracak mesajlarsa yeterince büyük değil midir?

        İşte bu düşünceler aklıma İkinci Meşrutiyet’ten sonra hürriyet, adalet, eşitlik, kardeşlik sloganlarıyla işbaşına gelenlerin (İttihat ve Terakki) tamamen keyfi uygulamalarına ve zulümlerine tahammül edemeyerek eleştiren Tevfik Fikret’in Han-ı Yağma (yağma sofrası) şiirini getirdi. Bu bakımdan Han-ı Yağma yazılışından yüz küsur yıl sonra bugünlerde yeniden ibretle okunması gereken bir şiirdir bana göre.   

“Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini
Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini.
Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!”

‘Halil İbrahim Sofrası’ diyerek milleti ve memleketi şairin dile getirdiği Han-ı Yağma (yağma sofrası) gören bir zihniyetten, kim olursa olsun, Allah milletimizi ve memleketimizi muhafaza eylesin.

Selamların en güzeliyle…

H. Halim Kartal 10 Nisan 2023  

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.