BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

Atkımı gelişi güzel boynuma atıp dışarı çıkıyorum. Beklediğim kadar soğuk değil diyorum içimden.  Atkımı çıkartıp cebime tıkıştırıyorum.

Soğuğundan dolayı buralara bu zamanlar gelmeyi pek tercih etmiyorum. Allah’tan bugün biraz daha iyi. Karlar erimeye koyulmuş yağmura ihtiyaç duymadan.

Çok fazla ara sokağa girmeden bu küçük ve kendine yeten şehri dolaşmaya başlıyorum. Güneş bulutların arasından kafasını çıkartıp çıkartıp gizliyor. Bu bile beni mutlu etmeye, buraları sevmeme yetiyor.

Buralar asıl bahar geleceksin diyorum içimden. Bahar geldi mi buralara dağlarındaki çiçeklerin kokusu şehri baştan aşağı sarıyor. Ağaçlarına sarılasım geliyor. Oturup gölgesine ölesim geliyor. İkindileri neşeli bir sarının içinde kaybediyorum kendimi. Kendimi oradan çekip çıkartmak çok zor oluyor. Sonra kış geliyor. Kar. Önce o ağacın gölgesinde ölen benim üzerime yağıyor. Sonra şehre. Önce ben üşüyorum sonra şehir.

Dayımın oğlunun müezzinlik yaptığı caminin önünden geçip pek tercih etmediğim  Umut Sokağına giriyorum. Kendi irademle girmediğim bu sokağın bittiği son evin altında bir sahaf ilişiyor gözüme. Ne zaman açıldı bu diyorum. Ama bu sefer sesli. Ama kimse duymuyor. Karşısına geçip dışarıdan ne kadar da güzel görünüyor. Kapıya bantlanmış bir yazı ilişiyor gözüme tam içeri girecekken.

Zemheri bitene kadar İstanbul’dayım. Şubat sonu gibi geleceğim. Belki daha erken.

Buruklukla dönüyorum eve.

Şubatın sonuna doğru her gün gidiyorum açılmış mı diye bakmak için.

Maalesef.

Bir Cuma çıkışı açılmayacağından emin olarak tekrar gidiyorum sahafa.

Açık.

Büyük bir sevinçle, dağdan inen çiçek kokularıyla giriyorum sahafa.

Selam verip kitaplarla dolu bu geniş ovaya bırakıyorum kendimi. Kapının hemen arkasında şiirler karşılıyor gireni. Bazı kitapların ilk baskıları, yeni baskısı olmayan kitaplar, şairleri yaşayan kitaplar… Parmaklarımı dolaştırıyorum üzerlerinde. Gözümü kapatıp elime gelen ilk kitabı çıkartıp rastgele bir sayfasını açıyorum:

“kin yarılır

ve tımorcuklar hasedin bağrında gül diye biten yanılgı.”

Kendime birkaç kitap seçiyorum. MEB baskılı Faust’un ilk cildi, Rubailer’in eski bir baskısı, Behçet Necatigil çevirisi Kapıların Dışında…

Kitapları uzatıyorum ancak burada kitap satılmadığını söylüyor sakalında yer yer beyaz, yıllarını kitaplara verdiği her halinden belli olan dükkân sahibi.

Neden diyorum.

Cevap yok.

Bekliyorum.

Elindeki kitapları sağındaki rafa yerleştirip bunları satmak için almadığını söylüyor. Okumak için alabilirsin ama diyor kafasını eline aldığı yeni kitaplardan kaldırmadan. Hem bunlar benim değil herkesin diyor.

Kitapları koltuğumun altına yerleştirip çıkıyorum sahaftan.

Sadece benim değil herkesin olan kitapları.

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.