banner164

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

Azerbaycan Türkü kardeşlerimizin dilinde toprak, duyduğumuz anda bizim de gönlümüzde çiçekler açtıran bir söyleyiş güzelliğine kavuşarak ‘torpak’ diye söylenegelmiştir ve torpak, ana gibi aziz ve mübarektir.

        Kardeşlerimiz, 1988’den beri Ermeniler tarafından işgal edilen toprakları Karabağ için karalar bağlamıştı. Karabağ, Azerbaycan’ın yüzde yirmisini teşkil ediyordu. Rusların desteğiyle çok hızlı bir şekilde ilerleyen Ermeniler, Hocalı’da yaptıkları gibi katliama girişmişler, Yahudilerin Filistin’de yaptıkları gibi bölgede demografik yapıyı bozmaya çalışmışlardı. Bir milyon civarında Azeri Türkü yerinden yurdundan edilmiş; dünyanın kör ve sağır oluverdiği bu apaçık zulüm karşısında ülkemizdeki meydanlarda Özal’lı yıllarda yapılan Ermeni zulmünü tel’in mitingleri dışında kimsecikler gözlerinin yaşına bile bakmamıştı.

        Karabağ’ın Azeri toprağı olduğunu, Ermenilerin oralarda işgalci olduğunu belirten Birleşmiş Milletler kararları filan kimsenin umurunda olmuyordu. Sorunu çözmesi beklenen ülkelerin işgalcilerde yana taraf olduğu kurtlar sofrasında hangi acılar dindirilirdi? Bu nedenle kardeşlerimizin feryadını Türkiye’den başka duyan olmuyordu.

        Sınır tecavüzleri şeklinde sürüp gelen Ermeni azgınlığının dayanılmaz boyutlara ulaşması üzerine Azerbaycan’ın eylülün son günlerinde başlattığı işgal altındaki vatan topraklarını kurtarma harekâtı 12. Gününde büyük bir hızla ve kararlılıkla devam ediyor. Can Azerbaycan’da heyecan dorukta… Köylerin ve stratejik noktaların kurtuluşunu gözyaşlarına mani olamayarak haber veren spikerlerde bu heyecan milyonları duygulandırmaya yetiyor.

        Anadolu’nun yüreği şimdi Azerbaycan ile birlikte atıyor.

        1892 Bakü doğumlu olup, yirmi yaşlarında Edirne’ye gelip Balkan Savaşlarına katılan, 1937’de milliyetçilik yaptığı suçlamasıyla Stalin döneminde idam edilen Ahmet Cevad’ın yazıp Azerbaycan Türkü bir sanatçının okuduğu ‘Çırpınırdın Karadeniz…’ marşını dinlerken gözlerimiz buğulanıyor. Ezan sesine hasret iller bu ulvi nida ile buluştukça, tepeler ay yıldızlı bayraklarla buluştukça kendimizi gönül hoşluğuyla bırakıverdiğimiz duygu deryasında derdimizin, davamızın, çilemizin, çaremizin aynı olduğunu hissediyoruz yüreklerimizin ta derinlerinde.

        “Sırmalar sarsam koluna
         inciler dizsem yoluna
         Fırtınalar dursun yana
         Yol ver Türk'ün bayrağına”

        Bu duygularla zihnim bir an işgal altındaki başka topraklara mesela Kırım’a, Kerkük’e gitti. Edebiyat ders kitaplarıda 90’lı yıllarda ‘Başka Ülkelerin Edebiyatı’na ‘Türkiye Dışındaki Türklerin Edebiyatı’ adıyla yeni bir ünite eklenmişti. İyi ki de eklenmişti de Şehriyar gibi Bahtiyar Vahapzade gibi ‘ses bayrağımız’ Türkçe’mizi gönül burçlarımızda gönül alıcı güzelliklerle dalgalandıran vatan delisi millet divanesi değerli ediplerimizi tanıma fırsatı bulmuştuk.

        Kırım’ın, Kırım toprağının ne demek olduğunu, o topraklarda çekilen çileleri Cengiz Dağcı’nın eserleri ile öğrenmiştik mesela. Cengiz Aytmatov dâhil tanıdığım hepsinde bir burukluk, vatan ve özgürlüğe susamışlık vardı.

        “Kerkük’ün zindanına attılar meni/ Mazlumlar sürüsüne kattılar meni” gibi yürekler yakan bir feryat yükselirdi birçoğundan.

        ‘Yurdunu Kaybeden Adam’, ömür boyu doğup büyüdüğü topraklara Kırım’a hasret yaşayan Cengiz Dağcı’nın romanlarından biridir. Yazarın kendi başından geçenlerin roman haline dönüştürüldüğü bir eserdir. Yurdunu kurtarmak isterken, onun bütün bütün elinden gittiğini gören Kırımlı bir subay Sadık Turan’ın başından geçenleri dile getirmektedir.  ‘Korkunç Yıllar’ adlı eserinin devamı gibidir.

        Yazar, eserlerinde Kırım Türklerinin yaşadığı trajediyi, Kırım’dan ayrı düşmenin acısını ve yalnızlığını, anıların mekânı olan vatan toprağına bağlanarak anlatmaya çalışır. Toprağı onun üstündekilerle onun hafızasıyla birlikte düşünür. Yazara göre toprak alelade bir yeryüzü parçası değildir. Milleti millet yapan bütün erdemlerin gelişmesini sağlayan canlı bir organizmadır. Nihayet toprak tarihtir, kültürdür, istikbaldir; kendini idrakin şuurudur; kısaca her şeyle yoğrulmuş bir ‘ana’dır, ‘toprak ana’dır.

        Toprakla insan arsındaki uyumun en güzel örneklerinden biri ‘Onlar Da İnsandı’ romanın kahramanı olan Bekir ile toprak arasında geçem hayali diyaloglardır. Bu diyaloglar ana gibi gördüğü toprağa en gizli sırlarını açan ve ondan yardım dileyen Bekir’in kaderini toprağa nasıl bir kutsal bağla bağlandığının da ifadesidir:

 “Toprak ağaçların garipliğini sanki hissediyor, ruhuyla Bekir’e şunları fısıldıyordu: Sen kabahati hiç kendinde bulmaz mısın Bekir? Sen hep her zaman haklı mısın Bekir? Bekir içinden toprağa cevap veriyordu: Haklı olduğum yerde kabahati üstüme alamam toprak… Gizlice etrafına bakıyor, dizleri arasından avuç avuç toprak alıyor, ata toprağını dudaklarına götürüp öpüyordu: Toprağım, toprağım, senden başka ben neyi severim bu dünyada?”

“Bu sevda başka sevda/ Yurt aşkı derler buna”

        Azerbaycanlı kardeşlerimizin vatan toprağı Karabağ için verdikleri mücadelede muvaffakiyetler diliyoruz. İnşallah Karabağ tamamen azad olur, kardeşlerimizin yarım asra yaklaşan hasreti biter.

        Selamların en güzeliyle…

        H. Halim Kartal 10 Ekim, 2020

       

         

       

         

          

         

        Ateş vapurunu icat edenler

Yelken açıp yel kadrini ne bilsin

Süleyman'dır kuş dilini söyleyen

Her Süleyman dil kadrini ne bilsin

Hayvanlarda bir kaç çeşit fırkalar

Kimi düzden aşar kimi yorgalar

Necasete müştak olan kargalar

Has bahçede gül kadrini ne bilsin

Seyrani Baba'nın beli büküldü

Ağzının içinde dişi söküldü

Davut Nebi sadasından çekildi

Saz çalmayan tel kadrini ne bilsin

 

                       

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.