BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

İnsan ilişkilerinde olması gereken asgari samimiyet ve sadelikten kopuşun; tarihi, sosyolojik, ekonomik, psikolojik, ideolojik, teolojik veya daha başka nedenleri üzerinde ne kadar çok kafa yorulsa, ne kadar çok araştırma yapılsa yeridir diye düşünüyorum.

        Bütün kopuşların temelinde araya bir şeylerin girmesi veya bile isteye dâhil edilmesi vardır. Mesela atamız Âdem’in konumlandırıldığı mutluluk yurdundan ilk kopuşuna Rabbiyle arasına şeytanın girmesine izin vermesi sebep olmuştu. Tevhitten kopuş Allah’ın hükümranlık hakkına birtakım ortakların dâhil edilmesiyle; kendimizden veya tabiattan kopuşumuz kardeşlerimizle aramıza anlık çıkarlarımızın veya egomuzun girmesiyle meydana gelmedi mi. Son tahlilde insanlıktan kopuşumuz da kendimizle başkaları arasına soktuğumuz doymak bilmez hırslarımız yüzünden normal hale getirdiğimiz hak ihlalleri ve bütün bunların neden olduğu zulümler değil mi?

        Geçim sıkıntısı sebebiyle veya daha başka insani sebeplerle gurbetle sıla arasında insanların arasına giren yıkılası karlı dağlar olurdu eskiden. Sevenlerin arasına bazen cadılar, kara kediler girerdi de dünyaları yıkılırdı dertten kederden. Nitekim türkü de öyle demiyor muydu? ‘Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır’…

        Gün geçti, devran döndü, üretim tüketim alışkanlıklarımız değişti. İnsanlık sanayi devrimini gerçekleştirdi, makineleştik, hızlandık. Bu hıza yetişmek mümkün değildi; lakin durmak da felaket demekti. Her an yeni bir makine giriyordu o artık çoktan veda ettiğimiz dingin hayatlarımızla aramıza. Bunlar, olmazsa olmazlarımızdı. Daha çalışıp, imkânları sonuna kadar zorlayıp, satıp savıp nihayet ne yapıp yaparak rüyalarımızı süsleyen bu yeni ürünleri temin ederek yarışta geri kalmamamız gerektiğine inanmış, iman tazelemiştik. Öyle bir yarış ki altta kalanın canı çıkıyordu çıkmasına; lakin ekonomi denilen çarkın dişlileri böyle çalışıyordu.

        Adım adım bildiğimiz, alışık olduğumuz her şeyden kopuyorduk aramıza giren yahut girmesine izin verdiğimiz her yenilikle… Bu yeniliklere ayak uydurmak o kadar kolay olmuyordu. Borç harç aldığımız dairemizle işimiz arasında yeni ihtiyaçlar, yeni borçlar, krediler, türlü türlü gaileler içinde tükenip dururken insanlarla yüz yüze iletişim de yavaş yavaş azalıyor, öncelik ve önemini yitiriyordu.

        Ünlü hikâyecimiz Mustafa Kutlu, ‘Aramıza Kim Girdi’ başlıklı denemesinde ‘tanrı tanımaz düşünce’nin ürünü saydığı modern teknolojiyle Allah’tan, tabiattan ve insani değerlerden iyice kopan/koparılan insanlığın tabiatla savaşma hırsının büyük felaketleri de beraberinde getirdiğini anlatır. Aramıza kimler, neler girmedi ki!

        Dedim ya gene diyorum ki insanlarla aramıza giren veya girmesine izin verdiğimiz şeyler yüzünden duçar olduğumuz kopuşlar; başta iletişimimiz olmak üzere her şeyimizi etkiledi de şimdi artık başa çıkamaz olduğumuz yığınla problem, dert ve kederle yapayalnız kocaman evlerimizde. Üstad, yazısının bir yerinde bu yalnızlığa gidişi şöyle anlatır:

        “Aramıza telgraf, telefon en nihayetinde internet girdi. İnsanlar karşı karşıya gelmek yerine artık bu vasıtalar ile konuşmaya, anlaşmaya çalışıyor. Ve tabii anlaşamıyorlar. Altını çizdiğim cümlesi şu Kutlu Ağabeyin:  “Çağımızın en feci insanlık durumu aletlerle çevrili yalnızlığımızdır.”

        Şimdi aramıza bir de korona denen virüs girdi. Günlerdir haftalardır evlerimizde yazarın harika testpitiyle ‘aletlerle çevrili yalnızlığımız’ı yaşıyoruz, etkilerini bütün hücrelerimizde olanca acılığıyla hissederek.

        Aramıza şimdi en kötüsü girdi sorumsuzluğumuz yüzünden girmesine izin verdiğimiz veya neden olduğumuz şeylerin. Bu gidişle daha neler girer bilinmez.

        Evrenimizde meydana gelen olayların, acı tatlı yaşadıklarımızın hiçbiri sebepsiz değildir.

        Dünyanın şu anda ödemekte zorlandığı acı fatura kasaya gelmeden önce yediklerinin, yediklerimizin bedelidir. Fıkradaki gibi:

        Hani adam lokantasının vitrinine oldukça iştah kabartan ‘Ye, iç, bedelini torunun ödesin!’ cümlesini yazmış. Oradan geçen biri, yazıyı görür görmez dalmış içeri. Ne istemişse getirmişler önüne. Tıka basa doyurmuş karnını. Tam çıkacakken hesap pusulasını uzatmışlar. Şaşırmış ki ne şaşırma! Yahu demiş bu ne, hani hesabı torunlarım ödeyecekti?

        Efendim demiş uyanık işletmeci, hesapta bir yanlışlık yok beyim; bunlar dedenizin yediklerinin!

        Kur’an ayı Ramazan’ın başta Kerim Kitabımızın anlaşılsın ve yaşansın diye indirilmiş ayetleri olmak üzere kıymetini bilmeden kopup gittiğimiz değerlerin insanlığın mutluluğu için ne eşsiz bir hazine olduğunu idrak etmemize vesile olmasını dilerim. Rabbimiz, kendisini hatırlarsak hatırlanacağımızı beyan ediyor. İlk hareketi kullarından bekliyor.

        Selamların en güzeliyle…

        Hacı Halim Kartal 04 Mayıs,20

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.