Ah, şu berrak sulu dereler, masmavi ırmaklar, göller, denizler?
Çoğunluğu zamana mı? Yoksa, bozulan ekolojik dengelere mi yenik düştü?
Nerede canlı, heyecanlı dolaşan balıklar? Nerede vrak-vrak diyen kurbağalar, kuşlar, böcekler? Nerede?
Ben yanılmış olsaydım. Hayal gücüyle nostalji yapar sayılsaydım. Veya rüyada olsaydım. Uyanır uyanmaz doğal bir tabiat, tertemiz yer altı ve yer üstü su rezervleri önüme geliverselerdi. Kötü mü olurdu?
Çocuklarımız, torunlarımızla el değmemiş ormanlarda, tertemiz ırmak kenarlarında dolaşıp keyif yapsaydık. O çocuklara plastik ve madeni oyuncak hayvan modelleri yerine, doğallarının birçoğunu kolayca gösterebilseydik. Fena mı olurdu?
Dünyadaki ekolojik dengenin bozulmasına etken olanlar, insan odaklı bir tahribatın vicdan azabından kendilerini kurtaramayacaklardır.
Türkiye?de insanların büyük bir çoğunluğu kent yaşamına doğru akın etmekte. Büyük kentlerin nüfusu hızla artmakta, köy ve kasabaların nüfusu da aynı oranda düşmektedir. (Dünya?da kent yaşam nüfusu artış gösteriyor. 2050 yılında dünya nüfusunun % 70?inin kentlerde yaşayacağı tahmin edilmektedir.)
Türkiye?de kentlerde yaşayan insanların bir kısmı tarımla uğraşıyor. Kişiler ?A? ilinde oturuyor ama, ?B? ilinin ?C? ilçesinin ?D? köyünde veya ?E? kasabasında; elmacılık, sebzecilik, hububat ekimi, narenciyecilik, pamuk-pancar üreticiliği vb. işleri mevsimlik olarak yapıyorlar.
Bu demektir ki, ülkemizdeki kent insanlarının bir kısmı tarımla yakın temas halindedir. Endüstrinin ve sanayinin gelişmesinde tarım ve tarım ürünlerinin büyük etken olduğu düşünüldüğünde: Tarımda ne kadar ileri gidebilirsek, kaliteli ürün elde edebilirsek, az girdi ile çok verim alabilirsek; tüccarımızın, üretici ve tüketicilerimizin refah düzeylerini büyük ölçüde yükseltmiş oluruz.
Yurdumuzda 270 milyon dönüm toprağımız var. Bunun 240 milyon dönümü ekilebilir, işlemeli tarım yapılabilir düzeyde. Bu toprakların 85 milyon dönümü teknik ve ekonomiye uygun sulanabilir arazi.
Bizler ise bu miktarın yaklaşık 45 milyon dönümünde sulu tarım yapabiliyoruz.
Acaba;
Romantik köylü tarımından ekonomik ölçekli tarım üretimine geçebildik mi?
Bunun için;
1. Damlama sulamanın yararını vahşi sulamanın zararlarını,
2. Parça tarlalarda yapılan çiftçiliklerin ekonomik zararının, toplulaştırmış topraklardaki tarımcılığın zenginliğe yararını,
3. Toprak tahlillerinin başta gübreleme olmak üzere birçok konuda çiftçiye ışık tutacağını bilinçli bir şekilde kavratabildik mi?
4. Anız yakmanın her türlü zararını, nadasın ve münavebeli ekimin yararını,
5. Kimyasal mücadelenin biyolojik mücadeleye dönüşümünün ekonomik ve sağlık açısından üstünlüğünü,
6. Bir santimetrekare toprağın oluşumunun uzun yıllar aldığını, dolayısıyla toprak erozyonu ile mücadelenin gelecek nesillere sunulmasının önemini,
7. Tarımcılıkta bilginin, tekniğin, tecrübe ile birleşmesinin uygulamaya dönüşeceğini tam olarak verebildik mi?
İlgili birimler, her köyde ve tarımcılıkla iştigal edilen her yerde, üzerine düşen
görevleri yerine getirebildiler mi?
Örneğin: 10-20 yıl sonra ülkemizdeki tarım politikasının projesini planladılar mı?
Yazı yazarken; ülkemizde 10 dönümden 300 birim ürün alınırken, tarımda gelişmiş ülkelerde 10 dönümden 1000 birim ürün alındığını bildikçe, bunun sebebini düşündüm.
50 yıl önce rahmetli babamla, kara sabanla ektiğimiz buğdayı; orakla biçerken.
Günün öyle saatinde cırcır böceklerinin ıslık çaldığı bir anda; babamın bana dönerek:
?Oğlum Mustafa, yaptığımız elek kalburdan seyrek. Kur fennini kurtar kendini? demişti.
Neden icap etmişti ki? Verimi az mı gördü dersiniz?
Öyle ise;
?Berrak su,
Katkısız toprak,
Verimli tarım,

