Ölüm unutulunca düzenbazlık başlıyor
Son günlerde bir hafta on beş gündür sık sık hasta ve yaralı ziyaretleri yapma ihtiyacı duyuyorum. Biraz da buna mecbur hissediyorum kendimi?Sebebi ise yakınlarım hastalandı veya elim bir kaza ile yaralanmalar oldu bir yakınımın çocuğu derken Meram Tıp Fakültesi Hastanesi?ne sık gider oldum. Hep de ziyaret saatinde veya biraz erken orda oluyorum.
Bu gidiş gelişlerimde birçok düşündürücü olayla karşılaştım, bunlardan bazıları olağan şeylerdi fakat bazıları ise çok düşündürcü idi.
Hastanenin Akyokuş tarafından ana yoldan giriş kapılarının önlerine gelişi güzel park edilmiş araçlar, yerlere serilmiş çorap satıcıları çiçek satıcıları, yiyecek içecek satıcıları her yeri işgal etmişler. Hele bazı satıcı çocuklar işi o kadar ileri götürmüşler ki gelip geçen kadın kız erkek kim olursa burnunun dibine sokulup abla abi al şunu yahu diye malını pazarlamaya çalışırken insanları rahatsız ediyorlar. Bir başka bize has bir çirkinlik ana yolu kapatacak derecede hastanenin önüne iki sıra halinde dizilmiş park edilmiş araçlar hele o girişlerin her tarafına yayılmış çöpler pislikler bir yabancı turist gelse kazara rezil olacağımız bir durum. Bu düşünceler ile girdim Pazar günü gidişimde hastaneye.
Kendi yakınım olan hastayı ziyaret ettim bir müddet oturduktan sonra müsaade isteyip hayırlı şifalara dileyip ayrıldım. Hastane bahçesine çıktım. Şöyle tenha bir yerde yaşlı bir adam koluma yapıştı, üzerinde eşofman vardı bir elinde de aşağı sarkmış bir idrar torbası taşıyordu. Elimde çantamı da görünce beni şöyle kolumdan çekti tenha bir banka doğru oturmamı istedi. Necisin ne ararsın dedi? Ziyaretçiyim bir akrabamı ziyarete geldim dedim. Nesi var hastanızın diye sordu, böbrek sorunu var diyalize giriyor. Yeterince organ bağışı yapılmıyor ülkemizde henüz o gelişmeyi sağlayamadık sağlıkta dedim, genç mi dedi. Genç Allah esirgesin daha çoluk çocuğu çok ufaklar. Allah bir sebep versin inşallah bizler ne ise yağı katranı almışız. Allah gençlere acısın onlara hayırlı şifalar bizlerede iman nasip etsin dedim. Elinde durmadan içmekte olduğu cıgaradan derin bir nefes aldı, bana kızar gibi baktı. Arkadaş ölümü kim ister bak ben 74 yaşındayım prostatım var, ameliyat olacağım. Ölümü ben de istemem sen hemen teslim oluveriyorsun, niye ölelim canım bak dünya güzel, yaşam güzel, şehirler güzel, hayat güzel, kırlar güzel böyle dünya bırakılıp gidilir mi diye sert çıktı.
Ve ardından ben yabancıyım hiç kimsem yok ziyarete gelenim de yok sen bana biraz yardım etsene, durumun iyi galiba biraz yüklüce olsun dedi. Yüzüne baktım, düşündüm kırmak istemedim, dedim ki sen bak hem hastasın hem sigara içiyorsun. Bu sigarayı içme, yiyecek bir şeyler istersen alıvereyim şuradan büfelerden, marketlerden para versem yine sigara alırsın o da sağlığına zarar verir dedim.
Büyük bir öfke ile beni banktan yere doğru iterek hadi be defol git başımdan diye sitem etti. Düşünerek ayrıldım yanından yola doğru giderken ardımdan bir zat omzuma dokundu. O yanındakini tanıyor musun sana ne dedi. Yok dedim tanımıyorum, adam benden yardım istedi vermeyince de beni s..tir etti adeta ben de hasta diye seslenmedim dedim.
Ne hastası adam düpedüz soyguncu vurguncu dedi. Şimdi bu işlere alışmış olanlar hasta stilinden yürütüyorlar. Onun hastalıkla ilgisi yok adam tam üç kağıtçı demez mi.
Hemen döndüm adamı aradım taradım bulamadım, ya hastaydı hastaneye girdi ya da adamın dediği gibi üçkâğıtçı düzenbazın biriydi, kaçıp gitti derken yine daldım.
Demek ki insanlar tembelleşince çalışmadan terlemeden havadan sudan para kazanmak için ne çarelere başvuruyorlar, hırsızlık, gasp, çetecilik, mafyacılık aldı yürüdü. İnsanlar dolandırıcılıkla, yalanla, hile ile insanların vicdani duygularını istismar ederek yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Bunların yüzünden hakiki ihtiyaç sahibi garip gurabalar da ne yazık ki zenginlerden faydalanmıyorlar.
Yazık insanoğlu ölümü ve öbür dünyayı, hesap gününü hiç düşünmüyor. Hasta değil iken bile hasta numarası yaparak hala sahtekârlıkla uğraşıyorlar.
Bu yazıyı kaleme alırken aklıma bir Behlüldane kıssası geldi.
Koca komutan adil insan Harunreşit bir gün Behlüldane?yi çağırır, ondan nasiplenmek ister. Gel şu mallarımızın hesabını bir yapalım, Allah?a hesap verelim ölmeden der. Behlül olur verelim deyince halife sorar; nasıl vereceğiz? Şuraya bir meydan ateşi yakıp üzerine bir sac koyacağız, o kızarınca üzerine çıkıp mallarımızı sayacağız, buna cesaretin var mı? Var der halife ,ateş yakılır sac konur, ateşte iyice kızarır. Behlül, hadi der sen halifesin komutansın ver önce hesabı sen bakalım deyince hükümdar, olmaz sen önce ver Behlül der. Behlül ayaklarını yalın yapar ve besmele çekip çıkar sacın üzerine; ala ineğim sarı tanam bir de kıymatlı anam rabbim hesabım tamam der iner, hiç ayağı yanmaz. Koca sultan çıkar sacın üzerine. Mal çok olunca düşünür hangisinden başlayım saymaya diye ve sorar? Behlül ben hangisinden başlayım, oooo başlamayı bilmiyorsan yandın işte deyince ateşten zor iner o sultan ayakları yarıya kadar yanmış olarak, ya bizler ne yapacağız bunca sahtekârlıkla kazanılan mallar için Allah korusun cümleyi. Saygılarımla.

