Günümüz Müslümanlarında bizim bildiğimiz en doğru olandır, bizim beraber olduklarımız en doğru en Salih Allahın en çok değer verdiği insanlardır, bizim yolumuz en doğru olan yoldur gibi mevcut ortamının değiştirilmesinden rahatsızlık duyacak, “status qou”cu bir anlayış mevcuttur.
Herkes yanındakiyle gurur duyuyor. Elbette ki Müslüman, Müslüman kardeşiyle gurur duymalı fakat bizler yanımızdakinin tek doğru olduğunu düşünüyoruz. Onun için bizler büyük olarak gördüğümüz cemaat liderlerimizin, vakıf başkanlarımızın, sohbet hocalarımızın ve daha nicelerimizin söylemiş olduğu sözün üzerine kendi sözümüzü eklemeye korkuyoruz, onlar ne demişlerse onu tamamıyla kabul ediyor başka birisi onun söyledikleriyle çelişen bir şey söylese ona düşman oluyoruz.
İlköğretimde öğretmenlerimiz daha hiçbir şey bilmeyen çocuklara ne anlatırsa onu alır, orada öğretmenin öğrettiği bilgiler mesabesinde sosyal olur, aile içerisinde o mertebede bir çocuk olur ve toplumsal ve dünya görüşü de öğretmeni ne öğretmişse öyle olur ve çocuğun kafası tamamen boş olduğu için öğretmenin söylediklerine bir şey ekleyemez yanlışı varsa itiraz edip düzeltemez. Yoksa din talebesi hususunda bizler ilkokul 1. sınıf öğrencisi konumunda mıyız?
ALLAH (cc) Kuran-ı Kerim’de “Onlara (şu sözümüzü) ilet: “Eğer yeryüzünde yurt tutup dolaşan melekler olsaydı, o zaman onlara elçi olarak şüphesiz gökten bir melek indirirdik!(İsra 95)” buyurmaktadır. Biz peygamberi örnek almamak için, peygamberî bir hayat tarzı belirlememek için, “status quo”cu olup mevcut halimizden vazgeçmemek için, mevcut durumumuzu muhafaza etmek, bir takım sıkıntılara katlanmamak için, peygamberin yaşam tarzından uzak bir yaşam şekliyle hayatımızı ikame ettirebilmek için “biz peygamber gibi olamayız, o bir peygamberdi, biz onu nasıl örnek alabiliriz ki, ona vahiy geliyordu bize vahiy mi geliyor” gibi kendimizin inanacağı yalanlar uydurmaya başladık. Ve bu uydurduğumuz yalanlarımızla başkalarını da kandırdığımızı başkalarına da kendi fikir ve düşüncelerimizi kabul ettirdiğimizi zannettik. Hâlbuki Allah “Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Hâlbuki sırf kendilerini aldatırlar da farkına varmazlar. (Bakara 9)” buyurarak bu tip ve zümrelerin yalnızca kendilerini kandırdıklarını söyleyip, ne hazin durumdur ki bundan kendilerinin dahi haberlerinin olmadığının haberini veriyor bizlere.
Allah (cc)“GERÇEK ŞU Kİ, Allah'ı ve Ahret Günü'nü (korku ve umutla bekleyen) ve O'nu her daim anan kimseler için Allah'ın Elçisi güzel bir örnek teşkil eder.(Ahzab 21)” buyuruyor. Allah aşkına söyler misiniz bana Allah bu ayet ile kime hitap ediyor? Eğer biz peygamber gibi olamayız dememiz doğru olsaydı bu ayetin muhatabı bizler olabilir miydik? Demek ki bizler peygamberin evindeki haline, meclisteki haline, mescitte ki haline, yolda yürüyüşüne, insanlarla birebir ilişkisine, namaz kılış şekillerine, oruç tutuşuna, haccı yapışına, zekâtı nasıl verdiğine, topluluğa başkan oluşuna, çocuklara olan davranışına, iş hayatına, evlilik hayatına kısacası peygamberin ibadetlerin de ve günlük yaşantısında nasıl bir yol izlediğine, neleri yapıp nelerden sakındığına bakıp, Allah’ı (cc) ve ahret gününü korku ve umutla bekliyorsak, onu taklit ederek, onun gibi yaparak kendimize öyle bir hayat tarzı belirlemeliyiz. Aksi takdirde peygambere layık bir kişi olamayız.
Peygambere layık bir kimse olmak kutlu doğum haftalarında peygambere binlerce, milyonlarca salâvat okumak, Yasinler okumak ile olacak işler değildir. Ne hazindir ki günümüzde bizler peygamber sevgisini rakamlarla sayar durumlara geldik. Adeta insanlar rakamlarla yarış yapıyor duruma geldiler. “ sen kaç salâvat okudun 17800 ha ha ben 17801 salâvat okudum” diyecek durumlara geldik. Oturup bir cümleyi saatlerimizi günlerimizi hatta haftalarımızı ayırıp ta söyleyip durmak İslam’da olan bir şey olsaydı bunu bizlerden önce sahabeler yapardı. Şayet dinde böyle bir şey olsaydı herhalde sahabeler bu işi bizlerden kat be kat daha fazla yapardı. Düşünsenize sahabeler böyle yapmış olsalardı İslam dünyanın dört bir tarafına o hızla yayılabilir miydi? Hangi kaynakta sahabenin böyle bir şey yaptığı geçiyor hiç görebileniniz var mı? Evet, sahabe böyle bir şey yapmamış aksine sürekli aktif olmuşlar Allahın (cc) dinini dünyaya yaymak için sürekli rahatlarını bozmuşlar. Peygamber(as): “…Yolun en faziletlisi Muhammed’in yoludur. En kötü iş ise sonradan icat edilenlerdir. Her bid’at dalalettir.(Buhari İtisam 16)” buyuruyor. O halde bu yaptığımız bid’at dalaletten başka, yanlış olmaktan başka ne olabilir. Allahın (cc) dini için çalışacak, gecesini gündüzüne katacak, sürekli aktif olacak olan bir genci Allah aşkına bir köşeye oturtup elini ayağını bağlayıvermek sizce de doğru bir şey midir? Peygamber salâvatı bizden bir köşeye oturup milyonlarca kez söylememizi istemiyor. Aksine adı anıldığı zaman, adını söylediğimizde yahut duyduğumuzda söylememizi istiyor. Ki salavat peygamberimize saygımızın ve sevgimizin olduğunu söylememizdir fakat biz bunu sadece söylemde bırakırsak sevgiyi kısırlaştırırız. Sevgimizi kanıtlamamız için bir alameti olması lazım bunun. Birer Müslüman olarak bizlerin bid’at konusuna çok dikkat etmesi gerekir.
Müslüman sözcüğü Arapça bir sözcük olup “bağlanan, teslim olan” manalarına gelir. O halde ben Müslüman’ım diyen bir kimse Allaha (cc) bir bağlılık sözleşmesi Allaha teslim olduğuna dair bir sözleşme imzalamış oluyor. Düşünün herhangi bir sözleşme imzaladığınız da o sözleşmeye uymadığınız takdirde size bir yaptırım uygulanıyor. Allah (cc) ile yapmış olduğunuz bu hayat tarzı sözleşmesine, hayatı İslamla yaşamak sözleşmesine, Ya Rab beni yokluktan alıp var olma şerefine kavuşturduğun için ben hayatımı senin istediğin gibi yaşayacağım diye yapılan bu sözleşmeye uymayan kimseye elbette bir yaptırım uygulanacaktır. O halde ben Müslüman’ım diyen bir kimse sorumluluğunun bilincinde olmak zorundadır. Allahu Teala muttakilerin(takva sahibi/sorumluluk bilincinde olanların) özelliklerinden şöyle bahseder: “Gerçekte erdemlilik, yüzünü doğuya veya batıya çevirmeniz ile ilgili değildir; ama gerçek erdem sahibi, Allah'a, Ahret Günü'ne, meleklere, vahye ve Peygamberlere inanan, servetini (kendisi için ne kadar kıymetli olsa da) akrabasına, yetimlere, ihtiyaç sahiplerine, yolculara, (yardım) isteyenlere ve insanları kölelikten kurtarmaya harcayan; namazında devamlı ve dikkatli olan ve arındırıcı (mali) yükümlülüğünü ifa eden kişidir ve (gerçek erdem sahipleri) söz verdiklerinde sözünü tutan, felaket, zorluk ve sıkıntı anlarında sabredenlerdir. İşte onlardır sadakatlerini gösterenler ve işte onlardır Allah'a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar.(Bakara 177)”
Evet, kişi ben Müslüman’ım diyorsa Allahın (cc) bu saymış olduğu özelliklerin kendi hayatında karşılığı olabilmesi için, muttakilerden/sorumluluk bilincinde olanlardan olabilmesi için öncelikle kendisine Allahın en güzel örnek olarak gösterdiği Hz. Peygamberi örnek edinmelidir. Aksi takdirde teorikte öğrenmiş olduğu bilgiyi pratikte kullanamaz ve pratiğe dökülmeyen bu bilgi sahibini (biraz ağır bir tabir olacak ama) “kitap yüklü merkep” durumuna getiriverir. Selam ve dua ile…

