Sanırım 40 yıl önceydi.
Köyümden, yaylamdan, obamdan, kınalı kuzularımdan, canım gibi sevdiğim karabaşımdan ayrılmış, bir devlet parasız yatılı yurdunda okula başlamıştım. Esasen imkanım olsa özgürlüğümü hiçbir şeye değişmezdim! Garipti Anadolu insanı, fakirdi. Babam bütün ömrünü, hayallerini, sevdasını feda ettiği yaylası ve sürüsü peşinde artık dünyanın değiştiğini fark etmiş olmalıydı.
Dedem hayatında Konya’nın dışına hiç çıkmamış, “benim malım size yeter” diyerek oğullarını da çıkarmamıştı. Oysa devir hızlıca değişiyordu. Köy tarımı para etmiyordu. Ziraî ilaçlar arıcılığı öldürmüş, Tek Parti döneminde aç kalan köylüler, ormanları kesip sattıkları için dağlar çıplak kalmış, buna bağlı olarak hayvancılık yok olma derecesine gelmişti. Dağlık araziden elde edilen tahıl ürünleri, ailenin geçimine ancak yetiyordu.
Aile servet kaynaklarını kaybettiği için, fakir düşmüştü. Hayatının elli yılını sürüsünün peşinde, sıcak bir yatağa hasret geçiren babam, mutlaka okumam gerektiğini, gerekirse bunun için “sırtındaki kirli gömleği” dahi satacağını söylüyordu.
Doğru diyordu. Muhmud Esad Lise’sine kaydolmuştum. Günlük olarak şehre gidip geliyor, haftada 20 lira harcıyordum. Hafta sonu babamın azığını yaylaya götürüyor ondan 20 lira alıyordum.
O hafta cebindeki son 20 lirayı vermiş, “haftaya Allah kerim oğlum” demişti. Sen derslerine çalış, ben cambaza haber gönderirim! Gelir! Bir iki koyun satarım”! Satardı. Fakat o koyunlar ailemizin tek ekmek kapısıydı ve ancak geçimimizi sağlayacak kadardı!
İkinci gün okula gittim. Dersler başlayalı neredeyse iki ay olmuştu. Gurbette ortaokulu beraber okuduğumuz postacının oğlu çantasından sarı bir zarf çıkardı. “Ramazan bu zarf senin!”
Merakla açtım! Sessizce okudum! Memnun olmamıştım! Benim için hapis hayatı başlayacaktı. Önce zarfı saklamayı düşündüm! Sonra babamın beni her gördüğünde gözlerinde canlanan ışığı hatırladım! Akşam evdeyim sessizce oturuyorum! Ama anam çoktan zarfın haberini almış! Soruyor “o zarf neymiş oğlum!”
Dilim yalana varmıyor! Söylüyorum! Ben gitmeyeceğim diyorum! Babam çoğu zaman evde bulunamadığı için anam “hem ana, hem baba” rolünü oynuyor! Bu sefer oldukça sert! Kafanı kırarım diyor! Halimizi görmüyor musun! Bu Allah’ın bize bir ihsanı oğlum!” Biliyorum o yüzden itiraz edemiyorum!
Babam sürüyü amcama emanet ediyor, Konya’ya geliyoruz! Raporlar, muayeneler, kefiller iki üç gün içinde işlem bitiyor! Büyük kapının önündeyiz! İçeri bir girersem bir daha çıkamayacağımı biliyorum! Çünkü bir şeye tamam dedim mi, geri adım atma, verdiğim söze ihanet etme, benim ruhumda yok!
Babam bunu biliyor! Yüzüme bakıyor! “Oğlum buraya kadar geldik! Eğer istemiyorsan, her şeye rağmen geri gidelim! Eğer gönlünle durmayacaksan beni o dağlarda perişan etme! Gönlüm sende kalmasın! “
Anasız büyüyen, dağların emzirdiği bu adamın büyüklüğü önünde eriyorum! Ah babam içimdekileri sana söyleyebilsem bir! Sen ne yüce adamsın böyle! “Tamam diyorum baba! Tamam! Merak etme sen! Okuyacağım!” Ben öğrencilerin arasında kaybolup gidiyorum! Dönüp arkama bakamam! Belki babam hemen arkamdadır! Kimbilir!
Gitmişti ama gönlü rahat değildi, koca dünyanın sığdığı dağlara gönlünü sığdıramamıştı herhal! Daha 15 gün geçmeden büyük kapıda bir ziyaretçi anonsu “ ramazan balcı ziyaretçin var!” koşo koşa geliyorum! Kapının önünde, içeri girmiyor! Boynunu yıkmış öylesine bana bakıyor! Üstü başı dağınık, görünüşe önem vermez öteden beri! “Oğlum okuyor musun?” “Okuyorum baba! Niye zahmet edip geldin!”
“Göreyim dedim oğlum! Hem derler ki oğlunu kahvede gördük! Onun için çıkıp geldim!”
Bu ziyaretlerini 6 ay kadar sürdürdü babam! Sonra bıraktı! Hem masraflı hem vakit alıcıydı. Yolculuklarının birinde bir söz ehli “oğluyun peşini bırak! Git Allah’ına dua et! O adam olacaksa olur! Yoksa senin gelmen fayda etmez” türünde sözler etmiş!
Haksız değillerdi. Okula sığamıyordum! Hürriyetimi sınırlandıran kuralları kabullenemiyordum! Geç geldiğim için herkes arkadaşını bulmuştu, ben yalnızdım! Hiç kimse ile konuşmuyordum! Sınıfta tek başıma oturuyor, derslerin hiç birini dinlemiyordum! Bulduğum ilk fırsatta köy arabasının kalktığı ve köylülerimizin uğradığı Camlı kahveye gidiyor, tanıdık bir yüz arıyordum! Gece gündüz fark etmiyordu, izime geri dönüyordum!
Nihayet birinci dönem bitmişti. Karneyi almıştım, sonuç normaldi. İstisnasız bütün derslerim -1- birdi. Zannederim beden eğitimi de zayıftı. Evet bir arkadaşım vardı. Ne de olsa şair sayılırdım! Şiir yazıyordum! (bu günlerde yazdığım bir şiir, okulun düzenlediği şiir yarışmasında birinci olmuş, ancak idare şiiri sakıncalı bulduğu için yarışmayı iptal etmişti. Keşke okulun arşivi olsa zira şiiri kaybettim! Belki o günlerdeki dostum Necdet Subaşı şiiri buldururdu)
İkinci dönemin başındaydık! Yine yalnızdım! Üst sınıflardan bir abi yanıma geldi! Merhabalaştık! “Dikkatimi çekti hemşerim! Sen niye hep yalnız dolaşıyorsun! Nerelisin!” duygusal bir konuşma olmuştu aramızda! Ben ortaokulu onların köyünde okumuşum meğer! İyilik bazı insanların karakteridir. Peşimi bırakmadı bir daha! Yeni arkadaşlarla tanıştırdı. Yavaş yavaş yayladan okula dönüyordum! Derslerim düzelmeye, arkadaş edinmeye başlamıştım! Ama öyle onlarca değil, nihayet iki üç kişiydi. (Bu şair dostum, aziz abim ve kardeşim izni olursa ismini yazarım)
Ah Ali, seninle ilk tanıştığımız günü hatırlamıyorum! Ama beni kafede Küçük Ev dizisini seyrederken adeta zorla kaldırıp götürdüğün günü hatırlıyorum! (İznin olursa seni uzun bir yazıda anlatırım!) “Seni birinin yanına götüreceğim” demiştin! Aslında gitmek istemiyordum! Ama ben dostlarıma karşı “hayır” kelimesini bilmiyordum! İstemeye istemeye peşine takıldım. (yazıyı uzattığımın farkındayım! Ama Halil Uslu’nun değerini anlayabilmek için bunların bilinmesi gerekirdi.)
Ara sokaklar dolambaçlı yollardan geçiyoruz! Dinler Apt. önüne geliyoruz! Zili çalıyorsun hep telaşlıyız! Tedbirli olmalıyız! Nihayet kapı açılıyor! Bir genç adam bizi karşılıyor! Başında Vanlılara ait sarı tiftik takke var! Gülümsüyor! İlk görüşte ısınıyorum! Sıcacık bir insan! Çay içimizi ısıtıyor!
Garip kalmış, dünyaya küsmüş, kendi içinde inzivaya çekilmiş ruhum o simada bir aydınlık yakalıyor! Evet bu başka bir dünya! O gün ne kadar kaldık, neler konuştuk, daha sonra kaç kere daha Dinler Apt. gittik şimdi hatırlamıyorum! Onların arasına karıştığımda yine kimse ile konuşmuyordum. Ama ruhum sanki bir huzur denizinde yüzüyordu. Sahabe cemaati böyle bir cemaat olsa gerek diyordum!
Beni anlatılanlar değil, ruhumun hissettiği bu samimiyet ve sevgi etkiliyordu. Hele Ali’nin vefası! Bir defa elimi tuttuktan sonra bir daha normal bir insan olarak cemiyet içine karışana kadar bırakmadı. Dost dedin mi en azından böyle olmalı! Ah kardeşim senin de hatırını âli tutamadık ya! Her neyse!
İçine düştüğüm o derin kuyudan beni çekip çıkaran üç kişiden biriydi Halil Uslu! Nev-i şahsına münhasır bir adamdı. Bana altı yedi küçük kitap hediye etmişti ama okuyamamıştım. Benim için fikirleri değil dostluğu önemliydi.
Hatırımda kalan bir hatırası şöyleydi:
Bir gün Üstad, babası merhumu huzuruna çağırmış, “bak … Senin çocuklarından biri Risale-i Nur’a büyük hizmet edecek!” buyurmuş! Babası zaman zaman çocuklarını karşısına dizer, üstadın bu sözünü aktarır, “acaba o hanginiz!” diye yüzlerine bakarmış! Bu hatırayı anlattıktan sonra abilerini sayar! “Babamın o oğlu ben miyim Ali” diye sorardı.
Evet Halil Abi babayın o oğlu sendin! Allah Rahmetine gark eylesin
Sonrasını merak edeceksiniz herhalde! Üniversite yıllarımda aramızdaki irtibatı kaybettik! 12 Eylül fırtınası hiç kimseyi bulunduğu yerde bırakmamıştı. Şimdilerde olduğu gibi siyasetçiler talebeleri, abileri ağına düşürmüş, biri diğerini arayamayacak hale getirmişti! 6000 sayfa risaleleri ezbere bilenler “Euzu billahi mine’şeytani ve’s-siyaseti” sırrını anlayamamışlardı! Söz gümüşse sükut altındır!
Bir yıl önce fesbuk’ta resmini görünce kendisine hizmetlerini tebrik eden bir mesaj yazdım! “İhsan-ı İlahîdir kardeşim” diye cevap verdi. Bir hafta önce yazdığım bir şiiri beğenmişti, Resmini görünce onunla ilgili bir haber okuyacağım diye sevinmiştim. Ama sevincim birden kedere döndü. Allah’ım O’nu Cennetü’l-Firdevsinde mesut et” Bu yazıyı sonuna kadar okuma sabrı gösterirseniz, ruhuna bir fatiha okumak borcunuz olsun!

