Bediüzzaman?a göre III. Meşrutiyeti bekleyen tehlikeler
II. Meşrutiyetin ilanı günlerinde İstanbul 30 yıllık sükutun ardından coşkulu günler geçiriyordu. Ancak bu coşku Türk usulü bir güzellikti. Sokakta meselenin ciddiyetine yakışan bir sorumluluk yoktu. Adeta yüksek bir taş bulan hemen üzerine tırmanıyor ve nutuk atmaya başlıyordu.
Bu sel öylesine coşkun akıyordu ki 30 yılda bir defa halkın karşısına çıkmayan padişah, ilk defa hususi odasının penceresinden halka seslenmek zorunda kalmıştı.
İkdam gazetesi o coşkulu sahneyi sayfalarına şöyle taşıdı:
Nutk-ı hümayun ve Teminat-ı şahane!
?Yıldız saray-ı âlisi civarında evvelki gün vukua gelen nümayişler ve ahali tarafından zat-ı mulükâne hakkında izhar olunan hissiyat, muhabbet ve sadakatın suret-i cereyanından bir nebze bahsetmiş idik. Bu nümayişler o akşam dahi devam etmiş binlerce halk didar-ı hümayunu rüyet intizarında bulunarak geç vakte kadar saray-ı hümayun pişgahında beklemişlerdir. Zat-ı hazret-i padişahî saat dört buçuk raddelerinde daire-i mahsusayı teşrif buyurarak pencereye çıkmışlar ve ahaliye hitaben sebeb-i vürudlarını sual buyurmalarıyla ahali tarafından?
?Sıhhat ve afiyet-i hümayunlarından başka bir arzumuz yoktur. Otuz iki seneden beri bazı hainler didâr-ı hümayunlarını bize göstermediler. Size müştak idik. Şükür şimdi gördük. Padişahım çok yaşa! Padişahım çok yaşa!? dualarını fezay-ı semavata îsal etmişler ve bunun üzerine taraf-ı mülükâneden teminat-ı katiyeyi havi olmak üzere süreti zirde münderic nutuk kıraat buyrulmuştur:
Bidayet-i cülusumdan beri vatanımın saadet ve selametine çalıştığım gibi, en büyük emelim evlatlarımdan farkı olmayan tebaamın saadet ve selametidir. Buna Cenab-ı Hak şahid-i âdildir.?
Bu tebşirat üzerine efrad-ı ahali yine ?padişahım çok yaşa!? duasını yâd ederek saray-ı hümayun pişgâhından müfarekat ve tebaüt etmişlerdir. Nutk-ı hümayunun esnay-ı iradında nezd-i hümayunlarında Sadrazam Fehametlü Devletlü Said Paşa Hazretleri ve Şeyhülilam Semahatlu Devletlü Cemalettin Efendi Hazretleri ve meclis-i mahsus-ı vükelaya memur Übbehetlü Devletlü Kamil Paşa ve Harbiye Nazırı Devletlü Ömer Lütfi Paşa hazaratı bulunmakta idiler. Zat-ı hazret-i mülükane pencere pişgahına teşrif buyurdukları esnada pencerenin kanatlarını bizzat küşade buyurmuşlardır.? (İkdam)
II. Abdülhamid döneminden halk genel olarak memnun idi. Sultanın ulema ile yıldızı barışmamıştı. Halk, yaşanan olumsuzlukları Padişaha vermez, dönme ve devşirme paşalardan bilirdi.
Mabeyni kuşatan bu paşalar Padişahı halktan uzaklaştırdıkları gibi gerçek alimlerin seslerini saray kapısından sokmamakta da son derece başarılıydılar. O yüzden ulema sınıfı padişahın karşısında yer almışlardı. Bu konunun çekiciliğine kapılmadan, o günlerde İmam Bediüzzaman?ın okuduğu nutka dönmek istiyorum.
İMAM BEDİÜZZAMAN?IN HÜRRİYET NUTKU
Hapisten ve Toptaşı?ndan yeni çıkan Üstad, hürriyet coşkusu ile İstanbul ve Selanik?te coşkulu nutuklar okudu. Bu nutuklar resmî törenlerde mi okundu, yoksa kendiliğinden gelişen ortamlarda mı irad edildi doğrusu bunu bilmiyorum!
Ancak bu nutuklarda diğerlerinden ayrı olarak çok önemli tespitler yapmış, toplumun bütün kesimlerine dikkat çekici görevler yüklemişti.
III. Meşrutiyetin ilan edilmesini beklediğimiz şu günlerde ?bu nutuk tekrar gündeme getirilmelidir? demeyi, hakikate karşı bir saygısızlık olarak görmekteyim. Meşrutiyetin yaşama şartlarını tespit eden Hürriyet Nutku için yüz yıl sonra ancak, ?ne kadar hayata geçirilebildi? ya da ?niçin hayata geçirilemedi? gibi konular tartışılabilir.
Hürriyete Hitab adını taşıyan nutka göre hürriyet, dinin emirlerine uymak ve güzel ahlak ile gelişir, parlak şeriat; eşitlik, adalet ve hakikî hürriyetin bütün esaslarını câmidir. Şeriatın hayat kaynağı yapılması halinde bu mazlum millet, eski zamana nispeten bin derece terakki edecektir.
Bediüzzaman Meşrutiyet?in yaşatılabilmesi için bazı şartlar ortaya koymuştur.
Birinci şart ?şeriat dairesinde ittihad-ı kulub?ün sağlanmasıdır. İlay-ı kelimetullah ve ittihad-ı İslamın bir vesilesi olan medeniyet yarışında öne geçebilmek için fertlerin millî bir gaye etrafında birleşmesi gerekir.
İkinci şart ?muhabbet-i milliyedir.? İman ve İslamiyet?ten kaynaklanan muhabbetin inkişafı durumunda her türlü ayrılıkçı düşünce sona erecek, kanlı diktatörlerin istibdat bahanesi ortadan kalkacaktır.
Üçüncü şart ?maarif?in geliştirilmesidir; eğitim sistemi muhabbet-i milliye ve kalplerin ittihadını netice vermelidir. Medeniyet asrında ?âlemin hükümranı ilim ve marifettir.? Allah (cc) insanları sonsuz denilecek sayıda istidat ve kabiliyetlere sahip olarak yaratmıştır. Bu istidatlar istibdat sayesinde körelirler. Şeriatın sağladığı hürriyet, kısa sürede bu istidatları geliştirecek, himmet şahlanacak, ahlak güzelleşecek, fikir dünyası Osmanlı toprakları kadar genişleyecektir. Sonuçta ?Eflâtun'ları, İbn-i Sina'ları ve Bismark'ları, Dekart'ları ve Taftazanî'leri geri bırakacak? münevverler yetişecektir.
Sa'y-i insanî; iş bölümü, karakter ve kabiliyet eğitimi, mesailerin tanzimi gibi insanı ve iş sahalarını geliştiren düzenlemeler, meşrutiyetin yaşaması için gerekli olan şartlardan bir diğeridir.
Beşinci şart sefaheti terk etmektir. Medenileşme ve modernleşme arasındaki ayrılığa daha o günlerde işaret eden Üstad, medeniyetin kazanılması sabır isteyen güzellikleri yerine, nefsi okşayan günahlarına dalmanın Meşrutiyeti imha eden bir hastalık olduğuna dikkat eder.
Ferdin ahlaksız yetişmesi, ferdin nefsini şeytana esir ederken, toplumu da zalim diktatörlere esir eder. Şayet sefahatin ve rezil ahlakın esaretinden kurtuluş mümkün olursa, hürriyet ve adalet İsrafil?in sura üflemesi gibi, ölmüş olan yüksek emelleri ve millî hisleri güzel ahlak ile birlikte hayatlandıracaktır.
Hakiki hürriyetin yaşama şartlarından bir diğeri de MEŞVERET?tir
?Bu inkılâp, doğurduğu hürriyeti, eğer meşveret-i şer'iyenin terbiyesine verse, bu milletin eski satvet ve kuvvetini ihyâ edecektir.? Meşveret yerine şahsî garazlar ön plana çıkarsa tekrar istibdad-ı mutlak geri dönecektir.
Meclis-i Mebusan, milletin kalbi olmalı, meşveret ile ümmetin fikrini temsil etmelidir. Bu kurum, medeniyetin keskin kılıcı olan fikir hürriyetini eline alabilirse devleti taşıyabilir, idare ve terbiye edebilir
Ehl-i medrese, ehl-i mektep ve eh-i tekkenin fikir ve meşrep ayrılığı giderilmelidir.
III. MEŞRUTİYET YAŞAYACAK MI?
1908 meşrutiyeti ilan edildikten sonra yukarıda sayılan şartlardan hiç biri hayata geçirilemediği için devam etmemiş, ardı ardına askerî dikta rejimleri milleti esir almıştır. Olaya bugünden bakıldığında kalplerin ittihadı ve muhabbeti millînin sağlanamadığı ortadadır.
Kalplerin ittihadı ve muhabbeti millînin sağlanması Alevi- Sünnî gibi mezhep çatışmalarını, Kürt -Türk gibi etnik çatışmaları önleyecekti. Bu iki şartın yerine getirilmemesi ülkenin 70 yılını istibdatlara esir ettiği gibi, istikbaldeki istibdatlar için de bir bahane teşkil edecektir.
Medenî dünya Kuran?ın sağladığı tam kardeşliğin sırlarını ?insan hakları ve hukukta eşitlik? adı altında gerçekleştirme yoluna girmiştir. Bu yolda ilerlemek yerine ayrılığı ima eden tavır ve fikirler, yeni yeni istibdatların yolunu açacaktır. Hatta bu gün ölüm kalım mücadelesi veren çeteler, Kürtlere verilecek sözde özerklik ile hem ülke genelinde demokrasiyi askıya almak, hem de büyük çoğunluğu batıda yaşayan Kürtlere bu sayede ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapmak için çalışmaktadır.
Eğitim sisteminde yaşanan bazı müsbet gelişmeler her ne kadar umut verici ise de bu sahadaki gelişmelerin demokratik hayata katkısı dolaylı yoldan mümkün olur ve çok zaman alır.
Sefahatin toplum hayatında ulaştığı boyut, endişe vericidir. Meşvereti temsil eden kurumlar açısından durum çok parlak değildir. Siyasi partiler yasası, demokratik kurumlarda meşveret yerine lidere itaati ön plana çıkardığı gibi, cemaat yapılarında da benzer bir sorun yaşanmaktadır. (Bu konunun ilk muhatabı olan Nur Dairesi de ne yazık ki övünülecek bir durumda değildir.)
Cemaatler arasında yaşanan sorunlar eskiye oranla düzelme eğilimi göstermektedir.
Yukarıdaki tespitlere göre III. Meşrutiyetin uzun ömürlü olma ihtimalinin düşük olduğunu söylemek kehanet olmasa gerektir. Nur talebeleri bütün güçleri ile ilk iki şartın yerine getirilmesi için çalışmak zorundadırlar. Görev omuzlarında bulunanlar, bu konuda gayretsiz kalırsa Üstadın tabiri ile ?Meşrutiyetin sağladığı hürriyete layık olunamaz ise- şanlı ittihad-ı millî, kokuşmuş halde tekrar fena bir istibdat hastalığına tutulacaktır.?

