Huzurla yürüyordu emekli imam. Seyid Harun Camii'ne giden yol, onun için sıradan bir yol değil, manevi bir yolculuktu. Her adımı bir zikir, her nefesi bir şükürdü. Ta ki...
Park halindeki araçların "har har" çalışan motorları, bu huzur dolu yolculuğu bir ıstırap yolculuğuna dönüştürdü. İçi sızladı. Yıllarca minberlerden, kürsülerden haykırmıştı: "İsraf haramdır!" Ama sesi, rüzgâra karşı atılmış bir taş gibi boşluğa düşmüştü. "Yakıt fiyatları bu kadar ucuz mu?" diye düşündü içinden. Galiba pahalılık bile frenleyemiyordu bu sorumsuzluğu.
Derken bir market önünde mal indiren kamyon... Motoru çalışıyor, yakıtı, havayı, sabrı tüketiyordu. Çaresizce bakakaldı. Ardından Atatürk Caddesi'ndeki okulun önünde gördüğü manzara yüreğine bir hançer daha sapladı: Pencereleri açık, motoru çalışır vaziyette bekleyen polis aracı. Trafik kontrolü yapıyorlardı da, bu çalışan motor neyin nesiydi? Görev miydi bu, yoksa yaygınlaşmış bir umursamazlık mı?
İçinden "Dur!" demek geçti. "Uyarayım şu kardeşlerimi..." Ama vazgeçti. "Fesubhanallah" deyip yoluna devam etti. Çünkü biliyordu; söylenen sözlerin değer bulmadığı, kulakların duymaz olduğu bir zamandaydılar.
Ezan vakti yaklaşıyordu. Acele etmeliydi. Fakat bir de ne görsün? Yürüdüğü kaldırımı işgal eden, motoru gürültüyle çalışan, egzozundan zehirli dumanlar kusan bir otomobil... İçinden çıkan takkeli adam, alışverişe dalmıştı. Nefesini tuttu emekli imam. O dumanın sadece ciğerlerini değil, inancını da kirlettiğini hissetti.
Ezan sesiyle camiye girdi. Ama aklı, o çalışan motorlarda, tükenen yakıtta, kirletilen havada kalmıştı. Kıbleye döndü, "Fesubhanallah" dedi yeniden. Ve namaza durdu... Belki de dualarında, bu israf çılgınlığına dur diyecek bir idrak, bir incelik, bir şuur dileyecekti. Zira asıl söndürülmesi gereken, motorların değil, gönüllerdeki sorumsuzluk ateşiydi...
Abdullah Avcu
Seydişehir, 01.12.2025

