Bu akşam bir habere takıldı gözüm. Kulağım da dinlemeye tabi...
“6 Şubat depremine Osmaniye’de yakalanan Otizm engelli Poyraz Efe, Şanlıurfa’da özel engelli bakımevinde çıkan yangında hayatını kaybetti. Poyraz Efe’nin anne ve babası da bir süre önce ayrılmışlardı.”
Haberin her kelimesi acı ile doluydu. Şimdi burada dönüp kendi üzerimizde bir kıyaslama yapmazsak, küçücük şeyleri kendimize dert edip bunun neticesinde hayattan bıkma noktasına gelebilir, dünyaya küsebilir, saldırgan durumlara girebilir, kendimize ve çevremize dahi zarar verebiliriz. Kısacası başkasının derdini görmeden, kendimizin derdini dert zannedebiliriz.
Yukarıdaki haberi okuyup bu haberden dolayı kendi durumumuza şükretmenin sizce, kendi üzerimizde de toplum üzerinde de olumlu bir etkisi mi olur yoksa olumsuz bir etkisi mi olur?
Şükretmenin ve sabretmenin bazılarına göre “Kadere boyun eğmekle, başkaları tabiri caiz ise eğer, ‘malı götürürken’ bu gibi insanların bunu dert edinmeyip fakirliğe, yoksulluğa razı olmayı seçmekle eş değer olduğunu” öne sürmektedirler.
İnsan ihtiyaçlarının ve kabiliyetlerinin çok farklılıklar gösterdiği bir gerçeklikte, herkesin dünya nimetlerinden eşit bir şekilde istifade etmenin asla mümkün olmadığını düşünürüm ben. Yeryüzünde yapılan işlerin farklılığı ve çokluğu, insan beceri ve kabiliyetlerinin aynı olmayışı, yaşanılan çevrenin; sosyal, coğrafi, iklimsel, tarihsel farklılığı insanların para kazanma, zengin olma fırsatlarını rahat bir yaşam imkânını seçme şanslarını çeşitlendirebilmektedir. Buna bir de insanoğlunun hırsı, edindiği güç ve insani değerleri hiçe sayması sonucu başkalarının kaynaklarını ve kazançlarını sömürerek hayatlarını idame yolunu seçmeleri, sekiz milyar insanın aynı standartlarda yaşama imkânlarının önüne set çekmektedir.
Bu demek değildir ki “Mücadele etmekten, dünyadaki bu dengesiz düzenden kurtulmak için gayret etmekten uzak durulsun...” Hayır, akıl ve sabırla hareket edilmesi gerektiğini söylüyorum ben.
“Sabırla koruk helva, dut yaprağı atlas olur.” demiş Tapduk Emre... Ben de bunu diyorum.
“Bir zamanlar bir ülkenin bir kralı varmış. Kral yeni yaptırdığı gemisiyle denizde yolculuğa çıkmış. Hava harikaymış. Masmavi gökyüzünde bir yandan martılar uçuşuyor, diğer yandan serin bir rüzgâr insanın yüzünü okşamaktaymış. Gemide kralın en güvendiği birkaç da bilge insan varmış. Her şey çok güzelmiş.
Her şey bu kadar güzelken, kralın en sevdiği hizmetçi, sürekli olarak “batacağız, öleceğiz” gibi sözler ediyormuş. Tabi bunu kral da duyuyormuş.
Bir ara hizmetçiyi gemiden indirmeyi düşünmüşler ama bu arada gemi de kıyıdan epeyce uzaklaştığı için onu da yapamıyorlarmış.
Bilgenin birisi; daha fazla dayanamayıp "Kralım, ben bu hizmetçiyi nasıl sakinleştireceğimi biliyorum. Ama söyleyeceklerimi harfiyle yapılması için adamlarınıza emir vermeniz gerekiyor."
Kral, danışmanının onu yanıltmayacağını bildiğinden askerlerine dönüp, “O ne istiyorsa ikilemeden yerine getirin!” demiş.
Danışman, iki güçlü kuvvetli adamı yanına çağırıp “Hizmetliyi derhal denize atın!” diye emir vermiş. Adamalar da hizmetçinin kollarından tuttukları gibi denize fırlatmışlar.
Hizmetçi çırpınıp bağırarak yardım istemiş ama danışman kesinlikle yardım ettirmemiş. Hizmetçi güçlükle geminin halatlarından birine tutunabilmiş. Şimdi daha bir sakin haldeymiş ve çaresizlikle, kendilerini kurtarmaları için gemidekilere bakıyormuş.
Danışman, adamın artık “Gemiye alınabileceğini” söyleyince, hizmetkâr gemiye alınmış. Adamcağız sırılsıklam halde güvertede oturmuş ve denize atılmadan önceki telaşından ve korkusundan da hiç bireser kalmamış.
Danışman, krala dönüp yaptığını şöyle izah etmiş:
"Kralım, bu adam geminin içinde güvende olduğunu unutup milyonda bir ihtimali olan‘Geminin batacağından” korkuyordu. Geminin kendisi için bir nimet olduğunu fark edebilmesi için, asıl korkacağı şeyin, ‘Gemiden yoksun kalması’ olduğunu anlaması gerekiyordu. Denize düşüp de bir başına çaresiz kalınca, geminin kendisi için ne kadar büyük bir nimet olduğunu fark etti. Görün bakın, bundan sonra hiç şikâyet etmeyecek." demiş.
Gerçekten de bütün deniz yolculuğu sırasında kimse o hizmetkârın korkuyla bağırdığına, şikâyet ettiğine şahit olmamış ve şükür etmiş hep.” (Alıntı)

