Toplumsal çürümede ülkemizin geldiği içler acısı durumun en belirgin örneğine ne yazık ki hep birlikte şahit olduk. Almanya’dan tatil için İstanbul’a gelip Fatih’teki bir otelde konaklayan dört kişilik bir aile, gıda zehirlenmesi nedeniyle yok oldu.
Gıda zehirlenmesi şüphesiyle hastaneye giden ve hastanede serum tedavisi uygulanarak taburcu edilen bu talihsiz aile, girdikleri otele bir daha çıkamadı. Anne, hayatını kaybetmeden önce tedavisi devam ederken yapılan görüşmede İstanbul’a geldikten sonra neler tükettiklerini tek tek anlattı. Bu ifadenin ardından başlatılan soruşturma kapsamında midyeci, lokumcu, kokoreççi ve kafe işletmecisi tutuklandı.
Diğer taraftan, ailenin zehirlenmesinden saatler önce tahtakurusu ile mücadele için otelin giriş katında bulunan bir odanın ilaçlandığı da belirlendi. Kullanılan ilaçta bulunan alüminyum fosfit maddesinin, ailenin bulunduğu odaya banyo boşluğundaki havalandırmadan ulaşarak zehirlemiş olabileceği ihtimali üzerinde durulmaktadır. Ancak olan olmuş, geri dönüşü olmayan büyük bir acı yaşanmıştır.
Daha da vahimi, tahtakurusu ve hamam böceği ilaçlamasında kullanılan alüminyum fosfit maddesinin panzehrinin olmadığı belirtilmiştir. Tarımda ve konutlarda “pestisit” adıyla kullanılan bu ilacın oldukça güçlü bir zehir olduğu, aşırı solunması halinde kolaylıkla ölüme sebep olabileceği ifade edilmiştir. Şüpheliler arasında bulunan ilaçlama firması çalışanının bu konuda hiçbir sertifikasının bulunmadığının tespit edilmesi ise ihmallerin boyutunu gözler önüne sermektedir.
Aynı otelde rahatsızlanarak hastaneye kaldırılan iki turistin ve sonradan fenalaşan refakatçinin hâlen gözlem altında tutulduğunu basın yoluyla öğrenmiş bulunuyoruz.
Buyurun değerli okuyucularım; gelinen durum budur.
“Ben siftah yaptım, komşumdan alışveriş yap.” diyen esnaf modelinden,
“Nasıl kazıklarım, nasıl dolandırırım?” zihniyetine geçilmiş;
haram–helal hassasiyetini yitirmiş, ayıp ve günah kavramlarını unutmuş bir ticaret anlayışı yaygınlaşmıştır.
Olayın kendisi kadar, bu sosyolojik dönüşüm de en az onun kadar önemlidir ve mutlaka sorgulanmalıdır.
Ahilik kültürünün temel doktrini olan:
üretimde kalite,
standardizasyon,
hileli satışın yasak olması,
adalet ve hakkaniyetin korunması
gibi değerlerden günümüzde neredeyse tamamen vazgeçilmiş, tabiri caizse rafa kaldırılmıştır. Ceza hukukunda karşılığı olsa da, görülen o ki mevcut müeyyideler yeterli ve caydırıcı değildir.
Bu olayda, yetki ve sorumluluğu bulunan tüm kurumlar da sorumludur. Denetim ve teftiş görevini gereği gibi yapmayan her kuruluş bu vahim olaydan ders çıkarmalıdır.
Sahi, biz ne zaman terk edeceğiz kanımıza işlemiş “Bir şey olmaz.” zihniyetini?
Olayları basite alma, insan sağlığını hiçe sayma kültürü ne zaman sona erecek?
Bunun ne kadar yanlış olduğunu ancak böyle acılar kapımızı çaldığında anlıyoruz; fakat o zaman da iş işten geçmiş oluyor.
Öte yandan yasa koyucu da gerekli düzenlemeleri yaparak hiçbir hukuki boşluğa meydan vermemelidir. Aksi hâlde daha çok ocakların sönmesi muhtemeldir.

