5 Aralık 2025, Cuma
09:47
23.07.2025
MANSET_ALTI Reklam Alanı

Bir ülkenin vicdanını, merhametini, kendilerine ruh katan dini değerlerine bağlılık derecelerini ölçmek için gelir dağılımı tablosundan ziyade o bölgede ki zekât bilincine bakmak gerekiyor. Çünkü zekât, sadece mal, sermaye, tarım ve hayvancılığın zekâtı değildir; kalbin, vicdanın, merhametin de zekatıdır. Aslında İslam’ın ana omurgasını teşkil eden dinimizin olmazsa olmazı bildiğimiz namaz, hac, oruç ve zekâtın tamamı toplumsal yarar ve merhamet aşılayan ibadetlerdir.  Belki de bu ibadetlerin nedenselliğini ve unutulmuş rahmetini en çok hissetmeye muhtaç bir çağda yaşıyoruz.

Rakamların diliyle vicdanın sesi

Diyanet Vakfı’nın verilerine göre Türkiye’nin yıllık zekât potansiyeli yaklaşık 55 milyar dolardır. Bu rakam, memleketin zenginlik damarlarında sessizce dolaşan bir merhamet rezervi gibidir adeta.
Fakat ülkemizin TÜİK tablolarında yoksulluk oranı hâlâ %20’nin üzerinde, gelir dağılımı eşitsizliğini gösteren Gini katsayısı ise 0, 42.dir. Yani bir uçta veya gettoda saray gibi sitelerde yaşanan bolluk, öteki uçta veya varoşlarda kira parasını tamamlayamayan bir emeklinin ve emekçinin sessiz ve çaresiz feryadı.

DergiPark’ta yayımlanan bir akademik çalışmaya göre, sadece nüfusun en zengin %20’si gelirinin %2,5’ini zekât olarak verse, Türkiye’deki bazı yoksulluk türleri neredeyse tamamen ortadan kalkabilir.Bir başka ifadeyle, zenginin cebinden eksilen birkaç kuruş, yoksulun sofrasına bir ömürlük bereket olabilir.

Rakamdan rahmete dönüşen adalet

Zekât, kuru kuruya bir ekonomik mekanizma değil; Rabbimizin toplumun iliklerine gergef gergefişlediği bir adalet ve merhamet sistemidir.Çünkü o, servetin “malım” demesini engeller;“emanetim” demeyi öğretir. Zekât hakkıyla verildiğinde, sadece fakir doyar; zengin de doyurmanın huzuruyla temizlenir.

Şu hususu üzülerek ifade etmek isteriz ki tüm asli ibadetlerin ya içini boşaltıp hikmet ve manadan soyutladık. Veya çağın gerisinde kaldığını vehmederek terk ettik. Ülkemizde zekât tam anlamıyla ödenip yerini bulsa:

  • Her yıl 55 milyar dolar yoksulların, borçluların, yetimlerin ve yolcuların payına düşerdi.
  • Binlerce aile, sosyal yardım kuyruklarından çıkıp kendi ayakları üzerinde durabilir,
  • Çocuklar, “burs” değil “hakkı olan pay” ile okuyabilir,
  • Toplumda el açan değil, el tutan bir medeniyet dili yeniden dirilebilir,
  • İslam’ın büyük kongresi olan ve ruhlarda derin ulvi izler bırakan Hacca gidemeyenler yol bulabilir
  • Evlilik fonu oluşturulabilir, aile olma kolaylaştırılıp neslin devamı sağlanabilir
  • Kredi, haciz ve faiz belasından kurtulabilirdik

 

Zekât: Ekonominin değil, vicdanın sigortasıdır

Modern ekonomiler “refah”ı büyüme oranlarıyla ölçüyor.Oysa zekâtın büyüttüğü şey, sadece ekonomi değil; insandır.Zekât verilen bir toplumda, zengin fakiri bir istatistik olarak değil, kardeşi olarak görür. Toplum, sosyal güvenlik sisteminin yükünü hafifletir; devlete işi bırakmadan inanmış halk,kardeşini ayağa kaldırır.Sosyologlar buna “sosyal sermaye” diyor, Kur’an ise daha net ve berrak bir şekilde bu durumu açıklıyor.  “Onların mallarında, isteyenin ve yoksulun hakkı vardır.” (Zâriyât, 19)

Bu ayet, zekâtı bir “yardım” değil, “hak teslimi” olarak tanımlar.Yani zekât vermemek, birinin hakkına göz koymak ve gasp etmektir. İşte o yüzden, hakkıyla verilen zekât, adaletin en saf halidir.

Bugünün fotoğrafı

Bugün ülkemiz ’de zekâtın çoğu, bireysel vicdanla sınırlı kalıyor. Yani tercihe bırakıldığı için haklar zayi oluyor.Oysa zekât kurumsallaşsa, dijital sistemlerle şeffaflaşsa,bir ülke çapında adeta “gizli bir refah devrimi” yaşanabilir.
Çünkü zekât, ekonominin dip akıntısı gibidir. Bu etki göz ardı edilmez ve doğru yönlendirilebilseydi toplumu bir kıyıdan merkeze, okyanus gibi cennetlere taşıyabilirdi. Şayet zenginlerin malından %2,5’lik bir pay ayrılabilseydi, böylesine küçük bir oranlatoplumun en büyük yarası kapanabilirdi. Çünkü mesele paranın miktarında olmayacak, merhametin iradesinde tecelli edecekti.

Hakkıyla verilse…

Bir an hayal edelim:Her iş insanı zekâtını zevkle verse, her tarım işlerini yürüten öşrünü çıkarsa, her besici buna yüreğini koysa, her ev hanımı birikiminden pay ayırsa,her genç kazancının zekâtını gönül rahatlığıyla verse. Düşünebiliyor musunuz o zaman Türkiye’de bir tek çocuk aç uyuyabilir miydi? Tek anne çaresizlikle gözyaşı dökebilir miydi? Tek bir yaşlı “kimse kapımı çalmıyor” diyebilir miydi?

Zekât, o zaman yeniden “rahmet ekonomisi” ne dönüşürdü:Bir el verir, bin el şükrederdi.Belki o zaman, fakirliğin değil, paylaşmanın hikâyesi yazılırdı bu aziz coğrafyada.

Son söz olarak Türkiye’de hakkıyla zekât verilse,fakirlik değil, fakrın hikmeti konuşulurdu.
Servet değil, emanet hatırlanırdı.Ve bizler, sadece mallarımızdan değil, yüreklerimizden de zekât verir hale gelirdik.Çünkü Allah’ın düzeninde adalet, yasa ile değil, ihsanla işler.
Ve zekât, ihsanın en iktisadi hâlidir.Modern ekonomiler refahı büyüme rakamlarıyla ölçüyor.
Ama zekâtın büyüttüğü şey, insan onuru.Çünkü zekât verilen bir toplumda zengin, fakiri bir istatistik olarak değil, kardeşi olarak görür.

*Bu yazı, Diyanet Vakfı ve TÜİK verileri ile akademik çalışmalardan (DergiPark, “Türkiye’de potansiyel zekât geliri ve zekâtın yoksulluğu azaltma etkisi”) istifade edilerek kaleme alınmıştır.

ICERIK_ARASI Reklam Alanı
SOL1 Reklam Alanı

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

MOBIL_UST Reklam Alanı
Alt Banner Reklamı