Mahallenin çarpık kaldırım taşlarının arasında dün gece sessiz bir sahne yaşandı. Sokak lambası titrek, hava soğuktu. Bir köpek vardı orada. Ürkmüş, yeni terk edilmiş belli… Hâlâ üzerinde ev kokusu, boynunda gevşetilmiş ama atılmaya kıyılamamış bir tasma. Şimdi sorarsanız, “Yahu tasma dediğin plastik bir şey.” Doğrudur. Ama bu ülkede insanın boynundaki bağlar plastikten daha çürük olunca, o tasmanın bile bir anlamı oluyor.
Köpek bekliyor. Kapının önünde. Belki “Bir yanlışlık oldu, birazdan çağırırlar” diye. Ne bilsin modern dünyanın 'patili oğlumuz’ diye story atan ama mama parası artınca ‘devlet baksın’ diyen yeni insan tipini…
Mahallenin devriye polislerinden biri, geceyi tamamlamak üzere geçiyordu. Adı önemli değil. Çünkü bu memurun tek bir unvanı vardı: “Hâlâ içi sızlayanlardan.”
Dikkatini köpek çekti önce. Sonra tasma. Sonra tasmanın ardındaki hikâye…
Tam o esnada telsizden ihbar geldi:
— “Komşular kavga çıkmasın diye aramış. Rıza yine hayvanı kapıya bırakmış.”
Rıza kim mi?
Hah. Şimdi başlıyoruz.
Mahallenin tanıdık yüzlerinden. Babasının gölgesinde büyümüş, sorumluluk kelimesini hayatında hiç taşımamış, “Ben Avrupa’da olsam var ya…” diye başlayan cümlelerin müdavimi. Türkiye’yi küçümseyip Türkiye’nin ekmeğiyle yaşayan, sosyal medyada Fransız kahvesiyle fotoğraf atıp bulaşığı annesine bırakan jenerasyonun temsilcisi.
Bunlara kızılmaz aslında. Çünkü bunlar kendi kendilerini zaten karikatür haline getiriyorlar.
Neyse.
Memur kapıya geldiğinde Rıza köpeği az önce bırakmış, kulaklığını takmış, sokak lambasının altına batılı dizi estetiğiyle yaslanmıştı.
Telefon ekranında parmak kaydırıyor…
Köpek hâlâ orada. Çıkarsalar geri girecek, çağırırlarsa kuyruğunu sallayacak kadar saf.
— “Bu köpek ne iş?” dedi memur.
Rıza sakızını geveledi, o meşhur gevşek omuz silkişlerinden birini yaptı:
— “Sahiplenmiştik. Küçüktü iyiydi. Şimdi büyüdü, masraflı olmaya başladı, ben bakamıyorum, devlet baksın... "
Bakın, bu cümleyi not edin. Bu sadece köpek cümlesi değil. Bu ülkenin “sorumluluk başkasına, özgürlük bana” diyen yeni kuşağının manifestosu.
Memur sustu. Çünkü bazen konuşmak değil, susup yüzüne bakmak daha ağır gelir.
Sonra sadece eli kelepçeye gitti.
— “Ne yapıyorsun memur bey?” dedi Rıza.
Hâlâ anlamamıştı.
Anlamaz. Çünkü anlamak için önce insanın içine bir şeyler batması gerekir.
Kelepçe kapandı.
Mahalle sustu. Köpek bile durdu.
Ve o an… Memur, Rıza’nın başını eğip, polis aracına sokmadan önce gözlerine baktı.
— “Ulan Rıza…”
Abdullah Avcu
Seydişehir, 17.10.2025

