Ülkemizde ne yazık ki çokça şahit olduğumuz ve belki de birebir yaşadığımız toplumsal yozlaşma tehlikesi ile karşı karşıyayız. Bu yozlaşma; bazen yerde yatarak kıvranan biriyle kimsenin ilgilenmemesi, bazen komşusundan haberdar olunmaması, bazen amcasını, dayısını hatta ana, baba, kardeşleri ve ailesini tanımaması, bazen sokakta dövülen bir kadın, yaşlı veya bir çocuğa dönüp bakılmaması, bazen trafikte hoyratça davranılması şeklinde karşımıza çıkarak kendini belli eder. Bu tür örnekleri olabildiğince çoğaltmak mümkündür. Bu, çok ciddi bir durumdur ve millet olarak geleceğimizi tehdit eden bir tehlikedir.
Bu durumla siyasetçiler başta olmak üzere, geleceğimize yön vermede sorumluluğu olan her birey, kurum ve kuruluş öncelikle ilgilenmelidir. Kısaca, toplumsal yozlaşma ile mücadele etme bir devlet politikası olarak benimsenmeli ve milletimizin istikbali kurtarılmalıdır. Aksi halde milleti millet yapan örf, adet, gelenek ve görenekler tek tek yok edilerek, milletin ortak paydaları sıfırlanacaktır.
Toplumsal yozlaşma, birçok faktörün bir araya gelmesiyle ortaya çıkan karmaşık bir olgu olsa da bununla baş edilemez değildir. Toplumsal yozlaşmanın elbette ki nedenleri vardır. Bunlar başlıca şunlardır:
En başta ahlaki değerlerin zayıflaması ile ortaya çıkar. Ahlak ve namus kavramlarının bireyler tarafından farklı şekillerde yorumlanması, toplumda yozlaşmaya yol açar. Bu çığ gibi büyüyerek toplumun değerlerine aykırı yapılanların ve yaşananların normalmiş gibi algılanmasına neden olur.
Kamu yapısındaki sorunlar bunu tetikleyebilir. Zira devletin yetersiz denetimi ve kamu kurumlarındaki eksiklikler, yozlaşmayı teşvik eden bir ortam yaratır ve örnek teşkil eder.
Ekonomik eşitsizlikler ve bunun sonucu adil olmayan gelir dağılımı masum görünse de bu yozlaşmada önemli rol oynar. Gelir dağılımındaki adaletsizlikler, bireylerin bencillik ve çıkarcılıkla hareket etmesine neden olur. Sonunda etik değerler unutulurken; akrabalık, arkadaşlık, komşuluk bağları zayıflar ve zamanla yok olur.
Duyarsızlık ve vurdumduymazlık, başka bir ifadeyle “bana ne” anlayışı, bu noktanın zirvesini teşkil eder. Toplumda yaygınlaşan duyarsızlık, bireylerin sosyal sorunlara karşı kayıtsız kalmasına yol açar. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” modu yaygınlaşır, sonunda o yılan onlara da dokunur. Ne zaman ki üst komşusunun cenazesinden haberi olmaz, işte o zaman bunun ne anlama geldiğini acı bir şekilde anlar.
Güç ve para ilişkisiyle paranın bir araç olmaktan çıkarılıp amaç haline getirilmesi yozlaşmayı artırır. Rüşvet yaygınlaşarak hak ve hukuk çiğnenir. Para ile her şeyin alınacağı ve alındığı zannı toplumda kabul görmeye başlar. Sonunda görgüsüzlük ve haksızlık had safhaya gelir. Zengin bireyler, güçlerini kötüye kullanarak sistemin işleyişini manipüle edebilir, bu da kamu güvenini zedeler.
Yetersiz dini ve ahlaki eğitim, bireylerin etik ve ahlaki değerleri anlamalarını zorlaştırır. Dinin toplum üzerindeki etkisi zayıflar. Vicdan polisi rafa kaldırılır. Yanlış yapılan işlerin hesabının sorulacağı, her şeyin kayıt edilip amel defterine yazılacağı düşüncesi silinir. Yaptığı yanına kâr kalacak sanılır. Hedefe varmak için her türlü yol mübah kabul edilerek denenir.
Bu nedenler, toplumsal yozlaşmanın kökeninde yatan dinamikleri oluşturur. İşte bu durum, toplumda derin bir güvensizlik yaratır. Alt sınıflar, üst sınıflara karşı bir yabancılaşma hissi geliştirir, bu da sosyal bağların zayıflamasına yol açar.
Bütün bunlar sonuç olarak toplumda yozlaşma olarak karşımıza çıksa da atalarımız bu problemlerin çözümünü bulup mutlu ve mesut yaşamışlardır.
Bunun çözümü, en başta toplumun bir bireyi olduğu kabul edilerek hakkına razı olmak, helal kazanç ile yetinmek, açgözlülük yapmamak, “ben” yerine “biz” kelimesini benimsemek ve buna riayet etmek, yapılan her işin ahirette hesabının sorulacağını bilmek ve içine sindirmek, bu dünyada iyi insan olma ile iyi bir kul olma yolunun kesiştiğini bilmektir.
“Ben siftah yaptım, komşum da o malı tedarik etsin” diyecek kadar gözü tok olmaktır.
Cennetin anaların ayakları altında olduğunun farkında olmaktır.
Kazandığı maldan, paradan fakir fukaranın hakkını ayırma inceliğindedir.
Eşini ve çocuklarını kendine emanet saymaktır.
Şehit olurken yanındaki yaralı arkadaşına suyu yönlendirmektedir.
Komşuda mahallede cenaze var deyip üç beş gün televizyon ve radyo açmayarak acıya ortak olmaktır.
Vatan söz konusu olduğunda askere gitmek için 7’den 70’e askerlik şubesinin önünde kuyruk olmaktır.
Tarihe “Hey On Beşli On Beşli” mısralarını yazdırmaktır.
Savaşta tetiğe basan parmağı kopan askerin “Komutanım, benim tetik arızalı” demesindedir.
Beş dakika bile sürmeden şehadet şerbetini içeceğini bile bile hiç tereddüt etmeden mevziye girmektedir.
Bütün bunlara şanlı ecdadımız uyarak dünyaya hükmetmiş ve tarihi adlarını altın harflerle yazdırmışlardır.
İşte toplumsal yozlaşmada muhtemelen kaybedeceklerimiz ne yazık ki bunlardır.
Aziz milletimizin dünyaya örnek teşkil eden ve bizlere millet şuurunu aşılayan bu ulvi değerlerin kaybedilmemesi ve millet olarak olumsuzlukların yaşanmaması için toplumsal yozlaşma hayati önem taşıdığından aman dikkat diyoruz.
Bizden söylemesi…

