“Tarihi, şanla ve şerefle dolu, gerektiğinde Yedi Düvel’e kafa tutup hepsini denize döken, toprakları parsel parsel bölüşüldükten sonra,‘Titreyip kendine dönerek’yeni bir devlet kuran, “Bir Türk dünyaya bedeldir.” sloganlarıyla büyütülen, ‘Türkler, İslam’ın Bayraktarıdır.’ denilerek göklere çıkartılan bir milletin, özellikle son yıllarda ‘hırsızlık’, ‘rüşvet’, ‘irtikâp’ gibi konularla anılıyor olması, Müslüman bir Türk evladı olarak, benim onurumu incitiyor, midemi bulandırıyor.
“Bütün dünyaya rezil olmak” deyimini içinde bulunduğumuz durumdan daha iyi anlatan bir deyim olmasa gerektir.
1991 yılından emekli olduğum 2005 yılına kadar çalıştığım kurum ve birimde devletin o birime tahsis etmiş olduğu milli bütçe payını, gerek nakit olarak, gerekse ihaleler yoluyla harcayan bir bölüm personeli olarak bu işlerde nelerin dönebileceğini, konunun ne kadar hassas olduğunu çok iyi bilen bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım.
Ne kadar kanuni tedbirler alırsanız alın, yanlış yapana ne kadar cezai müeyyide uygularsanız uygulayın böylesi birimlerde olabilecek yanlışları tamamen önlemeniz asla mümkün değildir.
Siz kendiniz istediğiniz kadar dürüst kalmaya uğraşın, istediğiniz kadar “Vatan, Millet Sakarya” hamaseti yapın, eğer ki birileri kafasına, yukarıda sıraladığım suçları işleyip şahsi menfaat sağlamak isterse mutlaka sağlarlar. Siz ‘dürüstlük’ tasladığınızla kalır ve üstelik ufak bir kumpasla hiçbir yanlış yapmadığınız halde konunun baş mümessili olarak konumlandırılabilirsiniz.
2000 yılından önceki Kamu ihale Kanunu o zamanki koalisyon hükumeti tarafından kapsamlı bir değişikliğe uğratılmış ve gerçekten de çok isabetli maddeler konularak daha önceki kayıp ve kaçakların önüne geçileceği düşünülmüştü. Ne var ki ‘insan’ denilen varlık alınan bütün tedbirlere karşı tedbirler geliştirerek o ‘üstün zekâsını’ kendi menfaatlerine doğru kullanabiliyor.
Kamu İhale Kanunun 21. Maddesinde geçen ‘Doğrudan Temin’usulü alımlar, bu suiistimallerin başlıca kaynağı olmaktadır.
Normal ihale süreçleri çok uzun olduğu için, hizmetin ya da mal alımlarının da acele yapılması gerektiği durumlarda, alım komisyonları yani yetkililer hemen ‘Doğrudan Temin’maddesini işletmekteler. Bu maddenin kullanımı, idareyi hem uzun ve karmaşık süreçlerden kurtarıyor hem de istedikleri malı ve hizmeti istedikleri kimseden alma imkânı buluyorlar. Böyle olunca da olması gereken rekabet ortamları oluşmuyor, mal ve hizmet alımını yapan idare yani devlet adına büyük kayıplar, yüklenici adına da büyük kazançlar sağlanmış oluyor.
İşte, art niyetli görevliler bu büyük kazançlar içinden kendilerine de menfaat sağlama yoluna gidebiliyorlar. Ödeme, firmaya usulü veçhile yapılıyor ama geri dönüşler, elden ve iki kişi arasında olmak üzere yapıldığından bu kayıpların tespiti de çoğu zaman mümkün olmayabiliyor.
Kendi görev sürem içinde 2000 yılından önceki ihalelerde ‘muhammen bedel’ denilen bedelin, evraklar üzerine yazılması zorunluydu. Alınacak mal ve hizmetlerin tahmini bedelini tespit etmek için öncelikle istekli firmalara listeler ve alınacak malın ve hizmetin teknik özelliklerini gösteren listeler veriliyor ve onların ‘Bu malı ya da hizmeti kaça temin edebilecekleri’ tahmini olarak öğreniliyordu.
Firmalar, bu listeleri tek tek fiyatlandırarak, ihaleyi yapacak olan kuruma teslim ediyorlar ve alınan bu listelerin ortalaması ihale evrakı üzerine yazılıyordu.
İhale pazarlığı bu ortalama bedel üzerinden başlatılıyordu. İhaleye girecek olan firmalar bu bedeli bildikleri için o bedelin etrafında cüzi miktarlarla kırımlar yaparak ihaleyi alabiliyorlardı. Eski 2886 Sayılı Kamu İhale Kanunu bunu öngörüyordu.
Bu sakınca 4734 sayılı yeni Kamu İhale Kanununda ortadan kaldırıldı ve artık ihale evrakı üzerine ‘Muhammen Bedel’ tutarının yazılması yasaklandı.
Listeler yine dağıtılıyor, toplanıyor ortalaması alınıyor ama o ortalama ihaleyi yapan kurum nezdinde ‘gizli’ tutuluyor. Firmalar kendi rakamlarıyla ihaleye çıkmak zorunda kalıyorlar. Şu anki sistem bu şekildedir.
Bazı art niyetli firmalar bu defada ihaleyi yapan kurumda görevli kişileri arayarak bu ‘gizli’ olan bedeli öğrenmek için yollar arıyor bunu temin etme karşılığında görevlilere ‘rüşvet’ bile teklif edenler oluyor. Tabi bu durumla karşı karşıya kalanların tutumu devreye giriyor ve dürüst olan herkes o teklifi yapanları bir daha bu ihale çarkı içinde barındırmıyorlar. Ama kayıp ve kaçakların önüne geçmek sadece ve sadece insan faktörüyle ilgili olduğu için ‘menfaat temin etme’nin önüne geçilemiyor.
Vatanperver olan herkesin, haramı, helali gözeten herkesin yani doğru olan insanın yani Allah korkusu, vicdanı ve merhameti olan herkesin, kamu malını yanlış kullanımlarda, çocuklarından ve en sevdiklerinden çıkacağını bilen ve buna inanan herkesin dürüstlükten taviz vermesi asla mümkün olmaz.
Bunu temin için insan faktörü daha doğumundan itibaren, eğitimleri bakımından kontrol altında olmalı. Neyin doğru neyin yanlış olduğu genel kabul görmüş ahlak kurallarının neler olduğu, dini hassasiyetler de dâhil olmak üzere, bütün insani değerlerin herkese öğretilmesi gerekmektedir.
Bu sistemin kurulması için elbette çok uzun zamanlar gerektiği kesindir. Ancak devletlerin ayakta kalması aynı zamanda insanlarının sağlam karakterli, hazinesinin güçlü olmasına da bağlıdır.
Son zamanlarda midemizi bulandıran iddialar insanların çalışma azmini, yaşama şevkini kırmakta insanları, “Ben mi kurtaracağım bu ülkeyi? Salıver gitsin.” Anlayışına sevk etmektedir.
Yahu, vergi kaçıranları denetleyen 18 vergi müfettişi, rüşvet iddiasıyla gözaltına alınmış. Biz neyi konuşuyor neyi yazmaya çalışıyoruz?
“Devletin malı deniz, yemeyen domuz.”
“Bal tutan parmağını yalar.”
“Tekkeyi bekleyen çorbayı içer.” gibi insanları gayri meşru kazanca yönelten sanki çalmayı, çırpmayı haklı bir kazançmış gibi gösteren sözlerin lügatten çıkması için dürüst insan yetiştirmeye ihtiyaç vardı.
“Devleti yönetenler, yönetmeye talip olanlar bile yiyor, sen salak mısın ki devletin parasını korumaya çalışıyorsun? Bu fırsat bir daha eline geçecek mi?” anlayışlı bir bürokratik yapının olduğuna inanıyorum. Bu yapıyı derhal depreme tabi tutup, nasıl ki ‘kentsel dönüşüm”lebinalar, şehirler yenileniyorsa burada da acilen ‘zihinsel dönüşüm’ seferberliği başlatılıp ‘dürüstlük,’‘güzellik,’‘ferahlık’ gibi mefhumları yetiştiren tohumların insan mayasıyla buluşturulması lazım.
Ancak bu dönüşümü yapanların zihinlerini dönüştürmeden, bu dönüşümü gerçekleştirmek de zor. Bunun için ben mutlaka bir ‘zihin ihtilali’ yapılmasından yanayım.
Bu zihin ihtilalini yapan ‘paşa’larınmesela maaşları olmamalı. Hepsi en güzel evlerde oturmalı, son model arabaları olmalı. Harcamaları için limitsiz harcama kartları verilmeli ki ihtilali yaptıktan sonra bu defa kendileri bütün hazineyi üzerlerine geçirmesinler. Yani onların parayla pulla olan ilişkilerinin tamamen kesilmesi gerekir ki çorlarıyla, çocuklarıyla ilgili bir parasal kaygı yaşamasınlar ki dürüst çalışabilsinler. Bunlar devletin memurları olmalı, güvenlikleri, yetkileri en üst seviyede olmalı.
Japonlarda başarısızlık ve hatalar intiharla neticeleniyor. Belki bu da doğru değil ama insanlara başarısızlığın ve hırsızlığın sonunda bir ‘ölüm’ olduğunu öğretecek bir tedrisat ve hukuk sisteminin de mutlaka temin edilmesi gerekir.
Zira “Korku dağları aştırırmış.” Bizim milletimiz zaten zordan korkar ve pısar. Yanlış yapan ister pıssın, ister pussun, hiç önemli değildir. Yeter ki toplumun düzeni sağlansın, tüyü bitmemiş yetimler huzura kavuşsunlar.
İşte o zaman belki midelerin bulantısı kesilebilir.

