İman, ahlaki anlamda "güven", ontolojik anlamda "güvenlik", teolojik anlamda ise "inanç" demektir. Kur'an'da Allah'ın "mü'min" sıfatı, O'nun güven veren, güvenen ve güvenilir olduğunu ifade eder. Bir kişinin "mü'min" olarak adlandırılabilmesi için, imanın onda ahlaki bir "güvene" dönüşmesi gerekir. Bu güven, kişinin inandığı değerlerin kaynağına ve bu değerlerin hakikat olduğuna olan inancıyla gerçekleşir.
İslam, insanın Allah'a karşı esas duruşunu gösteren bir değerler sistemidir. Bu sistem, kozmik takdirin insanı muhatap alan küçük bir parçasıdır. İnsan, evrensel koroda ilahi şarkıyı söyleyen bir varlık olarak tasvir edilir. Ancak insan, irade ve akıl gibi donanımları sayesinde bu koroda "çatlak ses" çıkarma potansiyeline sahip tek yaratıktır.
İman ve Teslimiyet
Bir Müslüman için iman, Allah'a ve O'nun mesajlarına kayıtsız şartsız güvenmek anlamına gelir. İslam'ın "teslimiyet", Müslüman'ın da "teslim olan" anlamı taşımasının nedeni budur. Allah'a tam anlamıyla güven duymayan bir kişi, "mü'min" olarak adlandırılamaz. Kur'an'da yer alan bir hakikati inkar etmek, imanın ahlaki boyutu olan "güvene" ihanet etmektir.
Tarihte, kendini Müslüman olarak adlandıran ancak Allah'a tam anlamıyla güvenmeyen kişiler çıkmıştır. Hz. Peygamber'in çağdaşı olan Müseylime, Kur'an'dan işine gelmeyen ayetleri reddederek ve bazı ibadetleri göz ardı ederek kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmiştir.
Müseylime'nin amacı, siyasi iktidar hırsıydı ve bu nedenle İslam'ı kendi çıkarlarına uygun hale getirmeye çalışmıştır.
Sonuç
İman, pazarlık kabul etmez. Kur'an, kozmik takdirin kelama yansımasıdır ve hiçbir insanın bir ayeti değiştirmeye gücü yetmez. İman, hak ile batılın karıştırılmamasını gerektirir. Şirk, imanda hak ile batılın bir araya getirilmesidir ve bu, kabul edilemez bir durumdur.
Her Müslüman, Kur'an'ın bütünlüğüne ve Allah'ın hükümlerine tam anlamıyla güvenmekle yükümlüdür. "Kitab'a uymak" yerine "kitabına uydurmak" isteyenlere karşı, Kur'an'ın değişmez hakikatlerine sımsıkı sarılmak gerekmektedir.