“Yavaş yavaş ölüyoruz” dedi kaplumbağa.
“Haklısın” dedi kelebek . “Ne uzun bir gün?*
Bazı hayatlar uzunca yaşanırken, bazı hayatlar ise el değmemiş bir gonca gül misali kısacık yaşanmaktadır. Peki öyleyse hayatı anlamlı kılan nedir?
Sadece yaşamamız gerektiği için mi vardır hayat? Yoksa, tükenmez kalem ile çiziktirmek mi gerekir hayatı?
Çocukluğumuzda saflığın ve güzelliğin simgelerinden olan gelincik çiçeği, kopardığımız anda hemen solmasıyla hepimizi hüzne boğmuştur.
Gelincik tarlasında, gelinciğin güzelliğinin farkında olmadan yaşayan kaplumbağaya inat bir sevinç telaşıyla kanat çırpar kelebek, civanperçeminden kadife çiçeğine. Kasımpatıdan gelinciğe.
İçinde olmak farkında olduğu anlamına gelmez. Fark etmek için görmek, görmek için de bakmak gerekir. Eşyanın kıymeti, ehli elinde olur. Görmesini bilmeyen yaşamasını da bilmez.
Eylemlerimize anlam katan sonucu hedefleyen davranışlardır. İşte bu süreçte uzun ömrünün rahatlığıyla, yarına ertelemenin temsilcisidir kaplumbağa. Yarın olsun bakarız! Yarın olsun yaparız! Acele etme! Dur bakalım!
Iskalanmış yaşamlar, bakalımcı bir felsefenin ürünüdür. Oysa öyle midir kelebek? Kısacık ömrünün farkında, hayatı hep neşe ile yaşar.
Bense kelebek olmak isterim bu hayatta.
Bir çiçeğe konmak,
Bir yüreğe dokunmak,
Bir gülüşe gamze olmak,
Sevdalara uçmak isterdim
Gün batarken…
Peki ya sen?